Thursday, August 10, 2006

Filistin: Genel Izlenimler


29 Temmuz 2006, Ramallah

GENEL İZLENİMLER

Filistinliler inanılmaz derecede sıcak ve misafirperver insanlar…Burada 4 günde belki sadece 5 yabancı gördüm, yani fazla turist yok ama yine de çok sıcak davranıyorlar. Gelenler genelde Barış için çalışan sivil toplum örgütlerinin üyeleri olduğundan belki…Mülteci kampında gezerken herkes selam veriyordu, yüzler gülüyordu. Biraz sohbet edince ise hemen evlerine davet ediyorlardı. Henüz bir eve girmedim…

Burada halkın söylediği erkeklerin yüzde sekseninin işinin olduğu, kadınların ise yüzde yirmisi çalışıyor. İs var ama maaşlar düzenli ödenmiyor. Halk şimdiki yönetimden çok memnun değil. Hatta barış için çalışan birçok kuruluş da Mahmud Abbas başbakan olduktan sonra Filistin’den ayrılmış. Fakat insanlar bunları şikayet etmek için değil sorulduğunda görüş bildirmek için aktarıyorlar. Çok mütevekkiller, çok sabırlılar.

Yaptıkları işlere gelince, daha çok ticaret ve Ramallah içinde esnaflık, bankalarda çalışma, ulaşım. Yani Ramallah gayet şehirleşmiş bir yer. Benzetme yapmak gerekirse Adapazarı’nı andırıyor. Mülteci kamplarındakiler de çalışmak için buraya gelip gidiyorlar. Kampların çoğu 50 senelik olduğu için artık insanlar düzenlerini oturtmuşlar, hemen herkes iyi kötü geçimini sağlıyor. Tabii Gazze’de durum farklıymış ama maalesef oraya istesem de gidemiyorum şu an. Özel izin gerekiyormuş. Nablus’a gitmek istiyorum ama oraya gitmek için de Haifa’dan geçmek gerekiyor, bu da tehlikeli diyorlar…

Ramallah merkezinde kozmopolit bir yapı var, kiliseler ve camiler yan yana. Yahudi az ama epey Hıristiyan var. Yabancı restoranlar var, İtalyan, Çin, Meksikalı, güzel oteller var hatta barlar bile var. Marketlerde içki satılıyor. Bizim radikal tabir ettiğimiz uzun elbiseli uzun sakallı erkeklerden yok. Puşi takan da az, neredeyse batılı bir görünüm sergiliyorlar. Kadınların % 80’i örtülü. Ama kimse örtünmeyenlere farklı bir gözle bakmıyor. (Ürdün biraz böyleydi).

Okuma yazma oranı yüzde 88. Herkes az çok İngilizce konuşuyor şehir içinde. Tabii kamplarda daha sınırlı.

Gençlerin bazıları, daha çok üniversiteye gitmeyenler politik oluşumlar içine giriyorlar. Bazıları bu girişimlerinin hemen başında hapse giriyorlar ve genelde davaları bile görülmeden yıllarca kalıyorlar içeride.

Dün kampta konuştuğum 18 yaşındaki Thaer’le olan konuşmamız şöyleydi:

-Filistin’in başkenti neresi?

-Kudüs.

-Pekiyi sen Kudüs’e gidebiliyor musun?

-Hayır çünkü yasak!

-İsrail’in başkenti neresi?

- İsrail yok!!!

-Nasıl?

-İsrail yok!!! Diyerek başını diğer tarafa çevirdi.

Önceki gün bizi gezdiren Ahmad da Kudüs’e gidemediği için çok üzülüyor. Geçtiğimiz Ramazan ayında artık 8 sene olmuş gitmeyeli ve dayanamayıp arka yollardan gizlenerek gitmiş ve askerler tarafından yakalanmış, neredeyse yalvarmış lütfen bırakın yarım saat izin verin diye onlar da kimliğini alarak izin vermişler, o da sözünü tutup vaktinde gelmiş. Mescid-i Aksa’ya gitmiş ve annesini aramış, tarif edilemez bir mutluluktu benim için diyor.

Evet Filistinlilerin Kudüs’e gitmesi yasak, sadece ilk intifadadan beri orada yaşayanların özel bir Kudüs kimlik kartları var ve sadece onlar Kudüs’te bulunabilirler. Ve Kudüs Ramallah’tan sadece 16 km uzakta.!!!

Yahudilere bakışlarıyla ilgili şaşırtıcı derecede olgunlar. Yahudilere zaten bir düşmanlıkları yok! Ama şunu da söylemek lazım ki Batı Şeria’dakilerin büyük çoğunluğu İsrailli askerler dışında hiçbir İsrailli ile bir iletişimde bulunmamış! Din ile politika ayrımını iyi yapıyorlar. Genel kültür düzeyi çok yüksek.

Mülteci kampında yaşlı bir teyze selam verince beni aktivistlerden zannedip seslenmişti, Yahudi askerler buraya gelmesin, tanklar gelmesin diye. Çok ilginç bir hikaye anlattılar, gerçi onlar için çok normaldi: Filistinli bir adamın çocuğu İsrailli askerler tarafından sokak ortasında vurulup öldürülmüş ve adam çocuğunun tüm organlarını İsrailli çocuklara bağışlamış. Adamla görüşmek istedik fakat şu an Gazze’deymiş. Bu çarpıcı olay İsrailliler’den çok sempati toplamış.

Artık o kadar alışmışlar ki, o kadar bu sıkıntıların içinde büyümüşler ki, bir korku yok, hayatlarının bir parçası olmuş, hem onlara olabilecek olanlar, hem de her gün Gazze’de ve Lübnan’da yaşananlar. Kimse bu savaş bitsin artık da demiyor, çünkü biteceğine inançları yok, böyle gelmiş böyle gider diyor tavırları…Onlar yaşamaya devam ediyorlar, düğünlerini de yapıyorlar, Stars&Bucks (Starbucks değil) cafelerinde kahvelerini de içiyorlar, çünkü hayat devam ediyor, ve onlar da ayakta kalmaya çabalıyorlar…

1 comment:

zerdüşt said...

aslında hayat hikayen hakkında yorum yapmak istiyorum.demem o ki:zaman hayatın damarlarında akan kanı fütursuzca ve hoyratça tüketmekte ve yüreğe ilişen her güzelliği patavatsızca yani acımasızca harcamaktadır.bu tüketim furyasında tüketilmiş hayatlarımızın üstü kalmış hesapları olmasaydı belki bu yazı ortaya çıkmayacak belki selma şevkli selma şevkli olmayacaktı.unutmamalı ki kül olmadan küllerinden doğamaz insan önce kül olmalı sonra yeniden doğurmalı!!!işte hayatın bu diyalektiğik çizgisinde tüketirsek hayatı belki bizimde yazılacak bir kaç cümlecik hikayemiz olabilir tüketilmeye hazır ama bir o kadar beyazlaşmış hayat yorgunluğu saçlarla!! iyi ki varsın