29 Temmuz 2006, Ramallah
Ahmad’la Birlikte Kültürel İncelemeler Bölümü’ne gidiyoruz ve bir derse girmek için izin alıyoruz. Konu: Çağdaş Arap Düşüncesi. Ders Arapça işleniyor ama daha çok genel ortamı merak ettiğimden benim için fark etmiyor. Kız öğrencilerin bazıları örtülü bazıları değil, erkek-kız karışık oturuyorlar. Hoca, bir konuyu tartışmaya açıyor ve herkes konudaki fikrini söylüyor. İlgi ve katılım yüksek, ve yabancı olduğumuz aşikar olduğu halde kimse dönüp bakmıyor. Buna şaşırıyorum çünkü diğer Arap ülkelerinde durum çok farklı. Örneğin Ürdün’de ya da Suriye’de sokakta bir bayan olarak tek başına yürümek çok zor, çünkü hem sözle hem de bakışlarla sürekli rahatsız ediliyorsunuz erkekler tarafından. ‘Batılı’ kadınlara karşı kalıplaşmış bir bakış açısı var maalesef, benim gibi Müslüman olup Arapça bilemeyenleri, ‘batılı’ görünenleri ise hiç anlamıyorlar. Batı Şeria’da ise turist yok. Oradaki tüm yabancılar okumak için ya da yardım için orada bulunuyorlar ve belki de bu yüzden yaklaşım çok farklı, saygılı ve samimi. Tabii Filistinlier’in eğitim ve kültür düzeylerinin fevkalade yüksek olmasının da payını unutmamak lazım.
Dersten sonra öğle yemeği için kafeteryaya gidiyoruz. Yemekler bizimkilere çok benziyor, ama daha çok sebze ağırlıklı. Sabahları bizim gibi simit ve tost yiyorlar ama simitleri bizimkilerin dört katı büyüklüğünde. Simitin arasına kaşar ve mantar koyarak tost yapılıyor ve yanında Türk kahvesine çok benzeyen, aroması daha fazla olan Arap kahvesi içiliyor.
Kasanın yanındaki içecekler çekiyor dikkatimi. Bizde İsrail'e yardım ettiği için protesto edilen, satın alınmayan Coca Cola ve Nestleler sıra sıra dizilmiş. Herkes de alıp içiyor. Ahmad'ın durumla ilgili açıklaması şöyle: Biz doğrudan İsrail ürünlerini kullanmıyoruz sadece, Amerikan ürünlerine kimsenin itirazı yok. Onlar mücadelelerini okuyarak ve düşünce yoluyla sürdürüyorlar, ama paranın döndürdüğü dünyada bu yol ne kadar işe yarıyor bilemiyorum. El Fetih, İslami Cihad ve Hamas gruplarının yoğun şekilde örgütlendiği bir okulda bu durum çok ilginç. Gruplar arasındaki iletişimi soruyorum, hiç çatışma yaşanmıyormuş. Peki ramazanda oruç tutmayanlar var mı? Evet var, kafeterya açık ve isteyen gelip burda yemeğini yiyor ve hiç kimseden sözlü ya da fiziksel bir tepkiyle karşılaşmıyor. Tabii kampüs içinde pek hoş olmaz diyor Ahmad, ben bunu inancıma saygısızlık kabul ederim, onun için onlar da içeride yerler. İnanılmaz bir hoşgörü ortamı var. Kampüsü gezmeye devam ediyoruz. Filistin'de olduğumuza inanmak gerçekten zor, daha çok Bilkent'e benziyor burası, spor salonları ve modern amfileriyle.
PACE bölümüne gidiyoruz, yani Filistin ve Arap çalışmaları. Burada yabancı öğrenciler bir ya da iki dönem gelerek, sosyal bilimler, tarih, siyaset bölümü ve Arapça dersleri alıyorlar. Burada okumak kolay olsa da gelmek yürek istiyor. İsrail'den turist vizesi alarak geliniyor ve buraya geleceklerini söylediklerinde vize başvurusu genelde reddediliyor, 1 ay ve 3 ay gibi aralıklarla Ürdün’e giriş çıkış yapmaları gerekiyor, yine Filistin'e geleceklerini gizleyerek. Kadın Çalışmaları Bölümü'nde tanıştığımız Besne Hanım, özellikle kız öğrencilere çok zorluk çıkarıldığından yakınıyor. 5 km uzaktaki köyde kalan öğrencilerin kampüse geliş yolları zaman zaman İsrailli askerler tarafından kapatılıyor ve okula gelişleri 3 saati bulabiliyor. Buradan Halka İlişkiler bürosuna geçiyoruz ve Brezilyalı Laurie ile tanışıyoruz, 4 aydır burada çalışan Laurie hayatından ve Filistinlilerin misafirperverliğinden çok memnun. Bize öğrencilerin barışla ilgili yaptıkları çalışmalardan ve İsraillilerin engelleme girişimlerinden bahsediyor. Bu arada akşam Ramallah Kültür sarayında 700 kişinin katılacağı, çocukların sergileyeceği bir dans gösterisi olacağını öğreniyor ve hemen biletlerimizi ayırtarak yola çıkıyoruz.
Cemal Reşit Rey konser salonu tadında olan merkeze geldiğimizde yine şaşkınlık içindeyiz. Tüm Filistin elit tabakası burada. Lüks arabalar kapıda park etmiş, hanımların saçları yapılmış, beyler takım elbiseler içinde ve birçok basın mensubu var. Hemen önde yerimizi alıp muhteşem gösteriyi izlemeye başlıyoruz. 15’i kız 15’i erkek 12- 17 yaş arasındaki gençlerden oluşan topluluk, yöresel kıyafetleriyle şarkılar söylüyor, folklor oynuyor dans ediyorlar. Gösterinin sonunda Milli Eğitim bakanı çıkarak bir konuşma yapıyor, eğitimin ve sanatın kültürlerinin devamı için olan öneminden bahsediyor ve gösteriyi Lübnan ve Gazze'de hayatını kaybedenlere ithaf ediyor. Ateşkes çağrısı yapıyor, herkes alkışlıyor ama İsrail aleyhine hiçbir söz edilmiyor, olumsuzu karalamaktan çok olumluyu yüceltme gibi medeni bir yol seçiyorlar.
Üniversite yurduna giriş saati 22.00 olduğu için hemen toparlanıp yola çıkıyoruz, koreograf ve organizatörleri tebrik ettikten sonra. Gösteri bizim ‘Anadolu Ateşi’ne öyle benziyor ki bahsetmeden edemiyoruz ve aldığımız cevap karşısında şaşırıyoruz: ‘Onları davet ettik ama güvenli olmadığı gerekçesiyle gelmediler ve çok da sıcak davranmadılar.’
Yurda giderken dolmuşta Canago adından Japon bir kız oturuyor yanıma. 8 aydır buradaymış, siyaset bilimi ve Arapça üzerine çalışıyor ve tüm zorluklara rağmen burayı çok sevdiğini söylüyor. Ne gibi zorluklar deyince, her 3 ayda bir, bazen her ay Ürdün’e gidip tekrar vize alma çilesini, sınırdaki uzun bekleyişleri, şehirde yürürken birden İsrailli askerlerin gelip havaya ateş açışını anlatıyor. Bir kez de gece 3’te gelip evini aramışlar, ama bir şey yapmadılar diyor soğukkanlılıkla sadece baktılar.
Bu sırada telefonu çalıyor ve gayet akıcı bir şekilde Arapça konuşuyor. Canago’nun azmine, sabrına, gayretine hayran kalıyorum. Yurda varınca görevlilerle biraz sohbet edip yatıyoruz, ertesi gün yaşayacaklarımızın heyecanıyla.
Ertesi gün Cuma, yani tatil. Şehre geldiğimizde ortalık süt liman, saat 1.30 da, Cuma namazından hemen sonra Hamas'ın önderliğinde bir gösteri yapılacağını öğrenince Al Manara meydanına gidip yerimizi alıyoruz. Ellerinde Hamas bayrakları olan 1000 kişiye yakın bir topluluk meydana geliyor ve İsrail aleyhine sloganlar sonrasında tekbirlerle yürüyorlar. Dörtte birini kadınların oluşturduğu grubu uzun uzun izliyorum, birkaç kişiyle konuşuyor ve bol bol resim çekiyorum. Güvenliği Filistinli polisler sağlıyor, Cuma günleri için olağan için bu gösteride hiçbir olumsuz olay yaşanmıyor.
Gösteriden sonra bir mülteci kampı görmek üzere Al Jalazone kampına gidiyoruz. Ramallah'ın çok yakınındaki bu kamp, tipik bir Anadolu köyünü andırıyor. Merkezde bulunan Filistinli Çocuklar Kulübü’ne giderek hem kulübün çalışmalarıyla ilgili hem de kampın genel durumuyla ilgili bilgiler alıyoruz başkan Ayman Ramahi'den. 1957'de kurulan kamp Birleşmiş Milletler'in kontrolünde. Artık yerleşik bir hayat var, insanların çoğu Ramallah'ta iş bulmuş çalışıyor, çocuklar okula gidiyor ama yarın ne olacağı belirsiz. Yaşadıkları kamp kiralanmış bir bölge, her an kovulabilirler. Toprağı ekmeleri yasak. Ortalama haftada 2 defa İsrailli askerler tanklarıyla gelip "güvenliği" sağlıyorlar. Ramahi'ye göre tek yaptıkları halkı korkutmak. Çoğu zaman sebepsiz bir yere birilerini tutuklayıp götürüyorlar. Yetişkinlik sınırı 13 yaş olduğundan, hapishanelerin yüzde 65 i 18 yaş altı çocuklarla dolu. Bu arada kampta 13 bin kişi yaşıyor ve yarısı 18 yaş altı.
Kampta bir yürüyüşe çıkıyoruz, Türkiye'den çocuklar için getirdiğim tokaları yolda gördüğüm çocuklara veriyorum karşılaştıkça, utanarak alıyorlar. onlardan duyanlar hemen gelip bana bakmaya başlıyor, ama hiçbirşey demiyorlar. Çıkarıp gelenlere veriyorum tokaları, bu sırada çocuklar bizimle birlikte geziyor. Belki 15 çocuk var yanımda yürüyen, hiç konuşmuyorlar, ama köylerine bir yabancının gelip onlara ilgi göstermesinden duydukları mutluluk gözlerinden okunuyor. Kampta bir hareketlilik var, berberler dolu, insanlar güzel güzel giyinmişler, sebebini sorduğumda akşam bir düğün olduğu cevabını alıyorum. Heyecanla gidip gidemeyeceğimi soruyorum, memnuniyetle cevabını alınca çok seviniyorum. Bu sırada damat ve akrabaları bir kamyonetin üstünde dans ediyorlar, önlerindeki araç müzik çalıyor ve kameraya çekiyor, bu şekilde tüm kampı turluyorlar, bütün çocuklar ve gençler oynuyor. Düğüne bir saat var ve biz turumuza devam ediyoruz, biraz kampın dışında belki de sadece 300 metre ileride bir İsrail yerleşkesi görüyoruz. Fotoğraf çekmemem ve durup uzun bakmamam konusunda uyarılıyorum. Etrafında geniş duvarlar örülü askerler tarafından 24 saat korunan yerleşke 2 katlı villalarla dolu. İki bölge arasında hiçbir iletişim yok, ne sosyal ne ekonomik. Şaşkınlıkla yürüyerek düğün salonuna varıyoruz. Erkekler ve kadınlar için ayrılmış iki bölüm var, Ramahi'nin kızı Haditha beni bayanlar bölümüne götürüyor. Yaklaşık iki yüz kişi var ileride, hepsi en güzel kıyafetlerini giyip gelmişler. Bu sırada köyde tanıştığım kız çocuklarını görüyorum ve çoğunun verdiğim tokaları taktıklarını görünce çok seviniyorum. Önde yerimi alıyorum ve gelinle damat içeri geliyorlar. Gelin, beyaz bir gelinlik giymiş, bildiğimiz klasik batı düğün marşı çalıyor ama Arapça sözler eşliğinde. Sahneye çıkıp birbirlerine yüzüklerini takıyorlar, tekrar meydana inip ikisi dans ediyor. Herkes alkışlıyor, sonra sahneden çekilip yerlerine oturuyorlar, tüm kadınlar ve çocuklar oynamaya devam ediyor. Müzikler yine bizim müziklerimize çok benziyor. Ben de gelinle damadı tebrik edip mutluluklar diliyorum ve tabii ki para takmayı ihmal etmiyorum. Bu konudaki gelenekleri bizimkilerle neredeyse aynı. Saat ilerlediğinden fazla kalamıyorum ve yurda dönüyorum. Ne olursa olsun insanlar evleniyor, eğleniyor, okula gidiyor, yani yaşıyor. İşte böylece Filistin’in bilmediğim yönlerini tanımaya başlıyorum.
No comments:
Post a Comment