Monday, September 09, 2013

Filistin’in Vicdanı Naci Ali ve Bir Direniş Kahramanı Olarak Hanzala




Naci Ali 1937'de İsa'nın memleketi Nasıra yakınlarındaki Şacara köyünde doğdu. 15 Mayıs 1948'de 11 yaşındayken Büyük Felaket'i -Nakba- yaşadı, 750.000 Filistinli ile aynı kaderi paylaşarak memleketinden kovuldu.  Bir parçası Lübnan'ın güneyinde bir mülteci kampında büyüdü, diğer parçası ise Filistin'de kaldı, küskün ama keskin bir gözlemci olarak hep 11 yaşında kaldı. 1973'de Amerikalı dış işleri bakanı Kessinger'in Filistin ile ilgili çözüm planının çözümsüzlüğünü fark ettiğinde bir karikatür karakteri olarak Hanzala adıyla Naci Ali'nin kaleminden gördüklerini göstermeye başladı. Filistin'de direnişin sembolü oldu. Yüzünü hiç göstermedi,Hep Filistin'e dönebilmeyi bekledi, umudunu hiç yitirmedi. Naci Ali'nin 1987'de başına bir kurşun sıkılarak öldürülmesiyle tamamen öksüz kaldı, sustu.
1948'de İsrail'in kurulmasıyla ilk anda boşaltılan 500 köyden birinde yaşayan Naci Ali'nin annesi, diğer tüm Filistinliler gibi bir gün evine döneceğine inandı, evinin anahtarını ölene kadar boynundan çıkarmadı. İnsanın birçok evi olabilir, hepsine bağlanabilir ama hep ilk evini özler, hele de oradan zorla çıkarıldıysa. Naci Ali ve ailesi de evlerinden, topraklarından zorla çıkarıldı. Ali, hem kendisi, hem annesi hem de diğer tüm Filistinliler için topraklarından vazgeçmedi.

Naci Ali, Filistin direniş hareketinin önde gelen birçok ismi gibi önce siyaset yolunu denedi, Lübnan ve Kuveyt’te çeşitli hareketlerin içinde yer aldı. Her defasında tutuklanınca, hareketleri amacına ulaşamayınca, derdini yeteneğiyle birleştirerek  çizmeye başladı. Karikatür çizmeyi cezaevinde öğrenen Ali, ilk çizimlerini mülteci kampının duvarlarına yaptı. Önce kendi hikayesini anlattı, sonra Filistinlilerinkini ve sonra tüm Arap dünyasını. İyisiyle kötüsüyle doğrusuyla yanlışıyla herşeyi göstermeye çalıştı. Yolsuzluk yapan Arap yönetimlerini  de, sessiz kalan batı ülkelerini de, her türlü zalimliğiyle İsrail'i de gösterdi. Temel öğesi sıradan Arap  insanı ve onların yaşadıkları savaş, acılar, kayıplar ve haksızlıklardı.

1960’ların başında Filistin mücadelesinin önderlerinden Gassan Kanafani onun yeteneğini farketti ve bu alanda profesyonel olarak çalışmasına ön ayak oldu.
Çizmeyi ciddiye almaya başlayan Naci  Ali, daha sonra Kuveyt’teki Talia dergisinde çizer olarak çalışmaya başladı. 1968den 1975’e kadar Es-Siyase gazetesinde çalıştı. Sonrasında Lübnan gazetesi Es-Sefire geçti. Artık çizimleri yayılmaya ve çizgisinin karakteristik özellikleri belirginleşmeye başlamıştı. Karikatürlerinde çizimden çok fikirler ön plandaydı.Çizgisi, cesur, açık sözlü ve keskindi. Sade, net ve anlaşılması kolay karikatürler çizdi.

Sıradan Arap dünyası vatandaşlarını anlatan karikatürler aynı zamanda sıradan Arap vatandaşlarına hitap ediyordu.

Sosyal adalet kavramı ve bununla birlikte gelen işsizlik, fırsat yoksunluğu, zenginle fakir arasındaki uçurum, insan hakları ve demokrasi ve ifade özgürlüğünün olmayışından bahsetti.
Karikatürlerin temaları güzel- çirkin, iyi- kötü, zengin-fakir, adalet-haksızlık, güçlü-zayıf ve kendini feda etmek ile vatanı satmak üzerine kuruluydu.

Konular, Filistin'de işgal, mülteci kampları, dönüş hakkı, Filistin Kurtuluş Örgütü, Direniş Hareketi, Lübnan'da iç savaş ve İsrail istilası, Arap İsrail Çatışması, geri kalmış Arap rejimleri ve Batılıların Arap Dünyası’na müdahalesi etrafında şekilleniyordu. Naci Ali sadece İsrail'i, Amerika'yı ve Batı'yı değil, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'ne ve Arap ülkelerine de tepkiliydi. Odak noktası insanlara yapılan zulümdü. Zayıflarin tarafındaydı. Arap ülkelerini de Amerika'nın sözünden başka çözüm bulamamakla suçlar. Bir karikatüründe iki Arap erkek aynı kayığı farklı yönlere çekmektedir. Ve karikatürün altındaki yol levhasında şöyle yazar: Sol, Amerika; Sağ, Amerika Birleşik Devletleri'ne gider.

Naci Ali karikatürlerindeki sembollerin hepsi ayrı anlamlar içeriyordu. Haç, mücadele ve fedakarlıktı.; çiçekler, umut, barış ve sevgiydi; kalemler, demokrasi ve ifade özgürlüğüydü; İsrail, silahlar, askerler, dikenli teller, benin varilleri ise zulüm ve işgal sembolleriydi. Puşinin anlamı kim tarafından kullanıldığına gore değişiyordu: İyi bir karakter tarafından giyildiğinde sevgiyi, kötü bir karakter tarafından giyidiğinde ise ‘dava’dan kişisel çıkar sağlamayı temsil ediyordu. Karikatürlerin yarısından fazlasında yazı olmadığından anlaşılmaları kolaydı.

Gerçek karakterleri direk çizmedi ya da gönderme yapmadı bunun yerine kendi karakterlerini üretti. Bunlardan Fatima, sade ve keskin hatlarla çizilmiş güzel bir kadındı. Tıpkı diğer Filistinli kadınlar ve Naji Al Ali’nin annesi gibi evinin anahtarını boynunda taşıyordu. Kökeni Filistin olan Fatima, adanmış bir eş ve anne figürü, bir mülteci, acı çeken bir kadın ve koruyucuydu. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinde erkeklerle omuz omuzaydı. Birlik ve beraberliği temsil ediyordu.

İyi Adam - Sıradan Adam, dürüst ve iyi bir adamdı. Fakir ve mazlumları temsil ediyordu. Özgürlük savaşçıcı ve mülteciydi. Filistinli ve Araptı, hem Müslümandı, hem Hıristiyandı. Karikatürlerden birinde Şişman bir adam gelir ve iyi adama sorar: “Müslüman mısın, Hıristiyan mısın?”  İyi adam cevap verir: “Açım!”

Kötü Adam zalimdi. Şişman, çirkin, tembel, pis ve aptal bir karakterdi. Ayakları ve halk desteği yoktu. Kötülüğü ve zalimliği temsil ediyordu. Direnişe katılmadı ve her fırsatta ihanet etti.  Direnişten kişisel çıkar sağladı. İsrail ve Batı’nın maşasıydı. Bazı karikatürlerde birkaç kötü adam topluca Arap rejimlerini sembolize ediyordu.


Hanzala ise  bu karakterler içinde en önemlisiydi. 5 Haziran 1967’de  doğdu, babasının adı önemli değildi, annesinin adı Nakbah yani Büyük Felaket’ti, ayakkabı numarasını bilmiyordu çünkü hep yalınayaktı. Sıradan bir Arap’tı. Zor şartlarda yaşamasına rağmen kehribar kokardı. Eğitim ve deneyimi sağlamdı, tüm şiveleri bilirdi, iyi, kötü, çirkin herkesi tanırdı. Sürekli savaş meydanlarına gittiğinden; kimin savaştığının, kimin sadece konuştuğunun farkındaydı. O, bazen sessiz bir tanık, bazen dobra ve lafını kimseden esirgemeyen bir aktivistti. 11 yaşındaydı ve Filistin’e geri döneceği güne kadar o yaşta kalacaktı. Adı “acı ot” demekti. Karikatürlerde hep arkası dönüktü, yüzünü hiç göstermedi. Elleri arkadan bağlıydı, 1982’ye kadar olan karikatürlerde hareketsizdi. 1982’de İsrail'in Lubnan'ı işgali ve Sabra Shatilla katliamlariyla Hanzala değişti, hareketlendi, ellerini açıp tepki göstermeye, taş atmaya başladı.
 
Hanzala’nın yüzünü göstermemesi küskünlüğünün sembolüydü. Aynı zamanda mistik bir yanı da vardı. Bu kadar çatışan duygu ve düşüncenin bir çocuğun yüzüne nasıl yansıdığını hiç göremedik.  Haznala’nın duruşunda hem bir meydn okuma hem de bir naiflik vardı. Filistin mücadelesinin direnişçi unsurlarını ve Arapların acısını temsil ediyordu, ama bir yandan da Arapların bölünmüşlüğünü ve Filistin halkının acılarına kayıtsızlığını da eleştiriyordu. Arapların sessizliğine, İsrail’in işlediği savaş suçlarına, dünyanın ikiyüzlülüğüne ve Arap yönetimleri ile Filistin Kurtuluş Örgütü içindeki yozlaşmaya da sırtını dönmüştü.

Hanzala, Naci Ali’nin imzası haline geldi. Ali onu, kendisini hata yapmaktan alıkoyan bir dayanak, çocukluğunun sessiz tanığı olarak tanımladı. Filistinli bir karakter olarak doğduysa da zaman içinde farkındalığı arttıkça daha genel bir Arap karakterini temsil etmeye başladı. Savaşın ortasında kalmış, neşesini kaybetmiş, büyüyememiş bu çocuk, herşeye rağmen
yapılan tüm haksızlıkları herkese göstermeyi görev edindi, yıllar boyunca tarihe tanıklık etti. Hanzalanın elleri arkasında sessizlik içinde tanıklık ettiği göç, yoksulluk ve kamp hayatı, aslında tamamen  Naci Ali’nin kişisel gerçeğiydi. Onun gibi canayakın, dürüst, biraz serseri, biraz da sivri dilliydi. Arap dünyasının vicdanını temsil eden bu sade ama güçlü çocuğu insanlar fazlasıyla benimsedi. Naci Ali, Hanzala’nın yüzünde göstermediğini kendi başına yaşadı. Silah taşıyan gemileri, bayrağından çadır yapmış mülteci anneleri, onların zor hayat koşullarını, İsrail’in acımasızlıklarını gördü ve gösterdi, ama yüzüni hep sakladı, ne hissettiğini hiç göstermedi.

Naci Ali’nin karikatürleri Kahire, Beyrut, Kuveyt, Tunus, Abu Dhabi, Londra ve Paris’te aşırı soldan aşırı sağ tandansa kadar pek çok gazette ve dergide yayınlandı. ABD’de de epey ses getirdi; New York Times, Time gibi yayınlar, Naci Ali'yi ve kara mizahını görmezden gelemediler. Hakkında genelde saygı duyulan çok yazı yazıldı.

Mahmud Derviş, Naci Ali’yi “sade fakat mucizevi” olarak tanımladı. Hanzala’nın ise bu mucizeye duyulan ihtiyaçtan dolayı çocuk olarak seçildiğini ve hep çocuk olarak kalmak zorunda olduğunu anlattı. Hanzala’nın güç ve zorbalık karşısında geri çekilmeden tanıklığını sürdürmesi için, sadeliğini koruması ve mucizelere inanması gerekiyordu. Naci Ali bu kadar erken ölmeseydi, muhtemelen daha da küreselleşecek, Iraklı, Afrikalı, Afgan da olacaktı.


Öldürülmesinden iki hafta önce yayınlanan bir karikatürde Hanzala’nın posteri istenen kişi ‘wanted’ olarak duvara asılıyordu ve onlarca Hanzala postere bakıyordu. Ali, sanki öldürüleceğini biliyordu, poster yalnızca şöyle diyordu: “Vatanım, güzel vatanım, bütün sevgim ve yüreğim senindir” Diğer bir karikatürde ise Hanzala’ya zarar vermek isteyen güçleri İsrail ve kötü adam yani Arap rejimleri olarak çizmişti. Kendisini ‘dava’ya adayan ve herşeye rağmen gerçekçiliğini koruyan ve gerçekliği anlatmaya devam eden Ali, 22 Temmuz 1987’de Londra’da, sokakta, başından vurudu. İki hafta hastanede direndi fakat 29 Ağustos 1987’de yaşam mücadelesine yenik düştü. Onu hangi güçlerin öldürdüğü hala bilinmiyor. Bir grup Mossad’I bir grup ise Yaser Arafat’ı suçluyor.

Naci Ali, geridede onbinlerce eser bıraktı. Bugün, ölümünün üzerinden 25 sene geçmesine rağmen hala Arap dünyasının en önemli çizeri olmayı sürdürüyor. Hanzala ise UNESCO’nun bir parçası olan Mizah Yoluyla Özgürlük ve Adalat Komisyonu’nun resmi logosu oldu. Naci Ali taraından çizilmeye devam edilmese de Filistin ve Lübnan sokaklarında, mülteci kamplarının duvarlarında temsil ettiği insanlar tarafından çizilmeye, gerçekliğin tanıklığını yapmaya devam ediyor.

Selma Şevkli

*Haziran 2012'de Roman Kahramanları adlı edebiyat dergisinden yayınlandı. 

Kaynaklar: 
http://www.najialali.com/
http://knol.google.com/k/handala-and-the-cartoons-of-naji-al-ali#

Tuesday, July 16, 2013

Namlu Ucunda Toma Önünde İftar ve Bir Kilitli Vicdan Örneği

9 Temmuz 2013 akşamı, Antikapitalist Müslümanlar'ın çağrısıyla her kesimden insanın gelip, dinin AKP'nin tekelinde olmadığını muhteşem bir sadelik ve zenginlikle ortaya koyduğu Yeryüzü İftarı'ndaydım. Meydana yaklaştığımızda toma ve polis İstiklal Caddesi'nin girişini kapattılar. Bir yandan çok alışkındım artık bu görüntüye ama bir yandan da yok artık, Ramazan'ın ilk günü, iftar sofrasına da müdahale etmezler herhalde dedim.

Kilomtrelerce uzunluğundaki sofra, tomanın önüne de cesurca kıvrılarak devam etti. Hem korktum, hem heyecanlandım, ve tomanın önündeki sofraya oturdum. Müdahale olup olmayacağı belli değildi. Polise bari iftar saatinde kapatın tomanın motorunu huzurla iftar edelim dendi, yapmadılar. Aksine namlularını sofraya çevirdiler. O sırada şu fotoğrafı çekip twitterda paylaştım. Fotoğraf epey kişi tarafından orjinal haliyle paylaşıldı. Meryem Aybike Sinan ise fotoğrafın değiştirilmiş halini şu şekilde paylaştı. Durumu Gazze'de Yahudiler'in iftar basması olarak lanse edip yalnızca İsrailli askerlere değil tüm Yahudiler'e lanet okumasını bir kenara bırakalım, ilginç bir detay vardı, arka plandaki Türkçe yazılar silinmişti! Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım.

Burası Gazze değil İstanbul diyerek uyandırıldığında verdiği tepki twitter hesabını kapayarak bu kez direnişçilere lanet okumaya başlamak oldu. Yapılan zulmü yalnızca lokasyona göre değerlendiren vicdanı kilitlenivermişti. Açıklamasında fotoğrafı yanlışlıkla paylaştığını geçiştirivererek, (nereden almış, yazılar neden silinmiş, belirtilmemiş) direnişçileri küfür ve hakaretin emzirdiği ayak takımı olarak tanımlayıp harika bir ironiye daha imza attı. Kendisini hakarete uğradığı için mağdurlaştırırken yaratıcılık düzeyi düşük hakaretlerle iftara katılan herkese ağır ithamlarda bulundu. Neden Türkiye'deki zulme tepki vermediği, madem yanlışlıkla bu fotoğrafı paylaştı, asıl fotoğraf nerede gibi asıl soru ve eleştirilere cevap vermedi.

Kendisine iki kez e-posta göndererek, fotoğrafın sahibi olduğumu ve fotoğraftaki yazıların silinişinin akıbetini sordum, cevap vermedi.

Dün televizyonda canlı yayına çıkıp yine aynı şeyleri söyledi, kendisine yöneltilen eleştirilere yine cevap vermedi.

Acaba dedim, fotoğrafımı izinsiz kullandığı, tahrip ettiği ve yalan haber yaptığı için hukuki yollardan hakkımı arasam mı?

O sırada Ali İsmail Korkmaz'ın katil zanlılarından birinin Eskişehir'de yakalandıktan sadece birkaç saat sonra serbest bırakıldığı haberi geldi. Başından gaz bombasıyla vurulup ölmemek için baret takanların, nefes alabilmek için gaz maskesi hatta yalnızca toz maskesi takanların, hakikati kaydetmek için (hukuken de hakkı varken) fotoğraf ve video çekenlerin, gerekçesiz, haksız yere gözaltına alındığı hatta tutuklandığı memleketimizde palalılar, katil zanlıları, hatta katiller hemen serbest bırakılıyor. Bu noktada ve bu sistemde benim hak aramam yersiz ve mantıksız geldi.

Sormak istiyorum, tüm güçlerin (siyaset, ekonomi, medya, polis, asker, hukuk) tek bir odakta toplandığı
bu distopyada biz isyan etmemek için daha ne kadar sabredebileceğiz? Umudumuzu neye bağlayıp, nasıl koruyacağız?

Not: Bütün Yahudiler İsrail askeri değildir, tıpkı bütün Müslümanların AKP yanlısı olmadığı gibi. Meryem Aybike Sinan'a önerim Filistin'i anlamak için Filistin'e gitmesi, böylece İsrail askerlerinin asla lacivert üniforma giymediği noktasından başlayabilir öğrenmeye. Eğer İsrail askerleri çok korkutucuysa, Taksim'e de teşrif edebilir, önce kendi memleketini anlamaya çalışabilir. Fakat direniş ruhunu ilk kez Filistin'de yaşamış, ilk gaz bombasını İsrail askerinden yemiş, 31 Mayıs'tan beri de Taksim'de epeyce bulunmuş biri olarak diyeceğim Türk polisinin hem de kendi vatandaşına karşı uyguladığı zulmün İsrail askeriyle yarışabilecek düzeyde olduğudur.