Tuesday, July 16, 2013

Namlu Ucunda Toma Önünde İftar ve Bir Kilitli Vicdan Örneği

9 Temmuz 2013 akşamı, Antikapitalist Müslümanlar'ın çağrısıyla her kesimden insanın gelip, dinin AKP'nin tekelinde olmadığını muhteşem bir sadelik ve zenginlikle ortaya koyduğu Yeryüzü İftarı'ndaydım. Meydana yaklaştığımızda toma ve polis İstiklal Caddesi'nin girişini kapattılar. Bir yandan çok alışkındım artık bu görüntüye ama bir yandan da yok artık, Ramazan'ın ilk günü, iftar sofrasına da müdahale etmezler herhalde dedim.

Kilomtrelerce uzunluğundaki sofra, tomanın önüne de cesurca kıvrılarak devam etti. Hem korktum, hem heyecanlandım, ve tomanın önündeki sofraya oturdum. Müdahale olup olmayacağı belli değildi. Polise bari iftar saatinde kapatın tomanın motorunu huzurla iftar edelim dendi, yapmadılar. Aksine namlularını sofraya çevirdiler. O sırada şu fotoğrafı çekip twitterda paylaştım. Fotoğraf epey kişi tarafından orjinal haliyle paylaşıldı. Meryem Aybike Sinan ise fotoğrafın değiştirilmiş halini şu şekilde paylaştı. Durumu Gazze'de Yahudiler'in iftar basması olarak lanse edip yalnızca İsrailli askerlere değil tüm Yahudiler'e lanet okumasını bir kenara bırakalım, ilginç bir detay vardı, arka plandaki Türkçe yazılar silinmişti! Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım.

Burası Gazze değil İstanbul diyerek uyandırıldığında verdiği tepki twitter hesabını kapayarak bu kez direnişçilere lanet okumaya başlamak oldu. Yapılan zulmü yalnızca lokasyona göre değerlendiren vicdanı kilitlenivermişti. Açıklamasında fotoğrafı yanlışlıkla paylaştığını geçiştirivererek, (nereden almış, yazılar neden silinmiş, belirtilmemiş) direnişçileri küfür ve hakaretin emzirdiği ayak takımı olarak tanımlayıp harika bir ironiye daha imza attı. Kendisini hakarete uğradığı için mağdurlaştırırken yaratıcılık düzeyi düşük hakaretlerle iftara katılan herkese ağır ithamlarda bulundu. Neden Türkiye'deki zulme tepki vermediği, madem yanlışlıkla bu fotoğrafı paylaştı, asıl fotoğraf nerede gibi asıl soru ve eleştirilere cevap vermedi.

Kendisine iki kez e-posta göndererek, fotoğrafın sahibi olduğumu ve fotoğraftaki yazıların silinişinin akıbetini sordum, cevap vermedi.

Dün televizyonda canlı yayına çıkıp yine aynı şeyleri söyledi, kendisine yöneltilen eleştirilere yine cevap vermedi.

Acaba dedim, fotoğrafımı izinsiz kullandığı, tahrip ettiği ve yalan haber yaptığı için hukuki yollardan hakkımı arasam mı?

O sırada Ali İsmail Korkmaz'ın katil zanlılarından birinin Eskişehir'de yakalandıktan sadece birkaç saat sonra serbest bırakıldığı haberi geldi. Başından gaz bombasıyla vurulup ölmemek için baret takanların, nefes alabilmek için gaz maskesi hatta yalnızca toz maskesi takanların, hakikati kaydetmek için (hukuken de hakkı varken) fotoğraf ve video çekenlerin, gerekçesiz, haksız yere gözaltına alındığı hatta tutuklandığı memleketimizde palalılar, katil zanlıları, hatta katiller hemen serbest bırakılıyor. Bu noktada ve bu sistemde benim hak aramam yersiz ve mantıksız geldi.

Sormak istiyorum, tüm güçlerin (siyaset, ekonomi, medya, polis, asker, hukuk) tek bir odakta toplandığı
bu distopyada biz isyan etmemek için daha ne kadar sabredebileceğiz? Umudumuzu neye bağlayıp, nasıl koruyacağız?

Not: Bütün Yahudiler İsrail askeri değildir, tıpkı bütün Müslümanların AKP yanlısı olmadığı gibi. Meryem Aybike Sinan'a önerim Filistin'i anlamak için Filistin'e gitmesi, böylece İsrail askerlerinin asla lacivert üniforma giymediği noktasından başlayabilir öğrenmeye. Eğer İsrail askerleri çok korkutucuysa, Taksim'e de teşrif edebilir, önce kendi memleketini anlamaya çalışabilir. Fakat direniş ruhunu ilk kez Filistin'de yaşamış, ilk gaz bombasını İsrail askerinden yemiş, 31 Mayıs'tan beri de Taksim'de epeyce bulunmuş biri olarak diyeceğim Türk polisinin hem de kendi vatandaşına karşı uyguladığı zulmün İsrail askeriyle yarışabilecek düzeyde olduğudur.

No comments: