Thursday, August 10, 2006

Filistin Portreler


1 Ağustos 2006, Al Bireh

Faris Arouri, Bir Zeit Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezun olduktan sonra 2005’te Youth&Peace Forum’da (Gençlik ve Barış) çalışmaya başlamış ve kısa zamanda başkan olmuş. Birçok gençlik değişim programı düzenleyen organizasyon, ‘çözüm’ü gençliğin getireceğine inanıyor. Faris’le Filistin üzerine bir sohbet yapıyoruz ve bilmediğim ne kadar çok şey olduğunu görüyorum.

Bati Şeria ve Gazze bölgeleri 1967- 1993 yılları arasında tamamen İsrail tarafından kontrol ediliyor. 1993’te Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrail’in Washington D.C. de yaptığı görüşmelerden istenen sonuç çıkmayınca Filistin ve İsrail temsilcileri, baskının olmadığı serbest bir bölgede Oslo, Norveç’te bir dizi müzakere yapıyor, bunların sonunda imzalanan anlaşmada dış işleri ve sınır kontrolü İsrail inisiyatifinde olmak koşuluyla Filistin’in iç işlerinde serbest olmasına karar veriliyor. Halkın büyük bölümü bu anlaşmayı bir ihanet olarak nitelendiriyor, çünkü çoğunluk direnişten yana.

Tabii bu durum tüm kamu işlerinde bürokrasinin uzamasına sebep oluyor. Daha önce sadece İsrail’in imzası gerekirken, bu anlaşmayla önce Filistin, sonra İsrail onayı gerekiyor. Böylece aslında İsrail, kendisini birçok sorunla birinci elden uğraşmaktan kurtarmış oluyor. Görünürde Filistin’e inisiyatif veriyor ama hala tüm onay ve son karar yetkileri kendisine ait. Ancak İsrail bu kararlara da sadık kalmıyor, sürekli baskınlar düzenliyor, anlaşmaya göre girmesi yasak olan bölgelere giriyor, Filistin polisinin silah taşıma hakkını engelliyor ve en sonunda 2000’de tekrar işgal ediyor.

Filistin toprakları 3 bölgeye ayrılıyor. Zone A, tamamen Filistin kontrolünde olan bölgelere verilen isim. İsrail’in bu bölgeye girmesi tamamen yasak. Filistin’in yüzde 8 i Zone A. Örneğin Ramallah da Zone A, fakat İsrail askerleri haftada iki kez şehri basıp havaya ateş açıyor, ve polis bir şey yap(a)mıyor. Zone B’de sivil yönetim Filistin’e, askeri yönetim ise İsrail’e ait. Yüzde 20 lik dilim bu statüde. Zone C ise tamamen İsrail kontrolünde, oran yüzde 72.

100 bin kişilik nüfusa sahip olan Hebron şehri sadece 200 İsrailli tarafından kontrol ediliyor. Dağılım ise net değil, Ramallah Zone A olmasına rağmen 2 km yakındaki gecen gün gittiğim Jalazone kampı Zone C, hemen yanımızdaki başka bir bölge Zone B, tam bir ayrım yapmak çok zor.

Filistin vatandaşlarının pasaportlarıyla yurt dışına çıkışta izlenen prosedürü soruyorum. Birçok ülke pasaportları tanıyor, ve Ramallah & Kudüs ‘teki elcilik ve konsolosluklar vasıtasıyla vize veriyor. Şaşırtıcı olan ise Lübnan, Suriye, Irak ve Libya’nın Filistin devletini tanımamakla kalmayıp, Filistinlilerin de kendi topraklarına girmesine izin vermemesi. 1993 anlaşmasına karsı oldukları için böyle bir tutum içine giren bu ülkeler, ne Filistin pasaportuna ne de İsrail pasaportuna giriş izni vermiyor. Suudi Arabistan çok zor vize veriyor. Mısır transit geçişlerde dahi günlerce hücrelerde bekletiyor Filistinlileri. Gidişe en kolay izin verenler ise Avrupa ülkeleri.

Filistinliler dünyanın kendilerini nasıl algıladığını artık pek de umursamıyor. Ama halk ve devlet ayrımının farkındalar. Evet, dünyada çoğu insan Filistin’in özgürlüğünden yana ama düşünce bazında, bunu politikasına yansıtamıyor, eyleme dökemiyor. Pekiyi bu insanları hayal kırıklığına uğratıyor mu? Düşmanlığa sebebiyet veriyor mu? Hayır, başta unutulmuşluk, dışlanmışlık hissetmişler ama artık 50 yıl olmuş, dünyadan beklentilerini, umutlarını kesmişler, düşmanlık da yok, sadece biliyorlar ki onlara kendilerinden başkasının faydası yok. Arap dünyası 70'lerde çok destek vermiş davalarına, büyük boykotlar yapılmış ama o zamanlar çok geride kalmış, şimdi gözlerinin önünde çocuklar öldürülüyor ve kimse sesini çıkarmıyor.

İsrail gibi güçlü bir orduya, dünyayı arkasına almış bir devlete karşı direniş güçlerini nereden aldıklarını soruyorum. Sadece özgürlük ve bağımsızlık güdüsü cevabını alıyorum. Yönetimler değişebilir, alınan kararlar, izlenen politikalar değişebilir ama halkın özgürlüğe ve bağımsızlığa olan inancı hiç değişmiyor. Yani aslında liderler, politikacılar, hem kendi içlerindekiler hem de dünyanın geri kalanındakiler onların fikirlerini ve inançlarını etkileyemiyor. Burada çok güçlü, köklü bir kültür var, tarihin, insanlığın başladığı şehirler, peygamberlerin yaşadıkları topraklar var, bunların yanında 50 senelik esaretler, gelip geçici siyasetçilerin kar güden politikaları halkı kandırmak için çok zayıf kalıyor. Belki de bu yüzden Filistin’de diğer Arap ülkelerinin aksine, sokaklarda, ana caddelerde, liderlerin fotoğrafları yok. Halk sadece kendisine inanıyor.

Sünni- Şii ayrımı ise yok çünkü burada Şii yok. Olsa da fark etmez diyorlar, çünkü din Filistin’de hiçbir zaman bir çatışma unsuru olmamış. Örneğin ‘Doktor’ lakabıyla tanınan George Habash (Popular Front for the Liberation of Palestine Genel Sekreteri) Hıristiyan olmasına rağmen batı emperyalizmine ve siyonizme karşı duruşuyla, Arafat’ın 1993’te imzaladığı Oslo anlaşmasını Filistin Devrimi’ne ihanet olarak nitelemesiyle halktan büyük destek görmüş. Ayrıca burada yasayan Filistinli Museviler ve çok sayıda Hıristiyan da bir dışlanmaya maruz kalmamış, onların birleştiği çok önemli bir nokta var ve bu da yine bağımsızlık.

Ramallah'ta girdiğim her dükkanda, yurtta, okulda, Internet cafelerde, kuaförlerde açık olan tüm televizyonlarda sürekli haberler seyrediliyor. Popüler kültür, televizyon şovları ve diziler onları esir almamış. Ama üzücü haberleri duyduklarında tepki vermiyorlar, günlük hayatın bir parçası olmuş tüm olanlar. Belki de içlerine atıyorlar, bilemiyorum.

Akşam yemeği için Filistinli bir yönetmen olan Mohanad Yaqubi, Sırp bir anne ve Filistinli bir babanın çocuğu olan eşi Rani ve yakınlarda "The Silent Minaret" isimli kitabıyla Avrupa birliği Edebiyat ödülünü almış olan Ishtiyaq Shukri ile buluşuyoruz.

Mohanad çok genç bir yönetmen, kısa filmler çekiyor. Şimdiye kadar Venezüella, Fransa ve Tunus'ta filmler çekmiş. Politikadan ve ülkesinin içinde bulunduğu durumdan bunalmış, bizim bir kültürümüz var diyor ve bu sadece İsrail- Filistin çatışmasından ibaret değil ve ben de ülkemin bu yönlerini yansıtmaya çalışıyorum.

Eşi Rani, Bir Zeit'de sosyoloji ve antropoloji okumuş aynı zamanda da müzisyen. Eski Yugoslavya’da doğan Rani'nin annesi 70'lerde Filistin yanlısı bir aktivistmiş, babası da bu dönemde Sırbistan’da bulunuyormuş, tanışıp evlenmişler. Rani 14 yaşındayken savaş çıkınca Filistin'e gelip yerleşmişler. Önceleri herkes önyargılı yaklaşmış Sırp olduğu için, halbuki diyor biz ülkemizin yaptıklarından utandığımız için, savaşın bir parçası olmak istemediğimiz için Filistin'e geldik. Önceleri özlemiş memleketini ama şimdi evim Filistin diyor. Mohanad'le evleneli henüz 17 gün olmuş, Mohanad'in ailesi biraz karşı çıkmış evliliğe ama sonra kabullenmişler.

Istihyaq Shukri, Güney Afrikalı Müslüman bir yazar. İlk kitabi Sessiz Minare’de mazlumun azınlıkların Afrika'da yaşadığı sıkıntılardan bahsediyor, ve ülkesinin her gücün değişiminden, kültürünü kaybedişinden duyduğu rahatsızlıktan. Belki de bu yüzden sık sık Filistin'e geliyor, burada özlediğim kültürü buluyorum diyor ve yeni kitabını Filistin üzerine yazacağının müjdesini veriyor.

Faris'in babası da bize katılıyor. Tayseer Arouri, Bir Zeit Üniversitesinde Fizik profesörü, ayni zamanda da eski bir politikacı. Sol görüşlü bir politikacı olarak İsrail tarafından nasıl algılandığını soruyorum ve aldığım cevap beni dehşete düşürüyor. 1970'lerde henüz evlenmeden önce bir gece yarısı evi basılıyor ve apar topar hapishaneye götürülüyor. Hiçbir iddia ve delil olmadan tam 45 ay hapis yatıyor. Her 6 ayda bir suresi uzuyor ve kendisine hiçbir açıklama yapılmıyor. " İlk iki sene daha kolaydı, içeride bol bol konuşuyor, tartışıyorduk. Kütüphaneyi kullanım hakkımız sınırlıydı, ayda bir kez sadece yarim saat iznimiz vardı. Üçüncü sene hapishane giderek kalabalıklaştı ve kişi başına 44cm2 nin düştüğü bir darlıkta yasamaya başladık."

Hapse girmekten çok yargısız infaz dokunmuş Arouri'ye. Hiçbir açıklama yapılmadı diyor ve son yıl gelen hapishane müdüründen bahsediyor. Musevi bir Türk olan müdürün arası mahkumlarla her zaman çok iyi olmuş. Hangi görüşten olursa olsun hepsine çok olumlu ve dostane yaklaşmış. Aoruri, bir gün odasına gitmiş ve rica etmiş, neden buradayım, sadece bunu öğrenmek istiyorum! Müdür bir hafta sonra kendisini çağırmış, ve MOSSAD'dan kendisine ulaşan kağıdı okumuş. "İsrail senin onlara zarar verebilecek düşüncelere sahip olabileceğini düşünüyor." Yani ortada hiçbir eylem yada geçerli sebep yok! Sadece 'düşünceler' ve varsayımlar var.

Müdür, Arouri'nin avukatıyla görüşmüş, bazı yazışmalar yapmış ve 3 ay sonra Arouri serbest kalmış. Tabii bununla kalmadı diyor, 1983'te 18 gün, 1994'te 1 yıl tekrar hapis yattım. Çok mütevekkil ve soğukkanlı bir tavırla anlatıyor tüm bunları, hayatından çok olağan kesitler halinde. Simdi 60'ına yaklaşmış bir profesör ve politikayla eskisi kadar haşir neşir değil.

Konuştuğum herkes iki devletli çözüm konusunda hem fikir. Belki bu yine taviz vermek anlamına gelecek ama İsrail’in tek devlet çözümüne yanaşmayacağının farkındalar. Hangi görüşten ve inançtan olursa olsun, Kudüs’e gitmelerinin yasak olması, tüm Filistinlilerin zoruna gidiyor. Ve ben bugün onların gözbebekleri, ne olursa olsun başkentleri Kudüs’e gidiyorum, Ramallah'ı geride bırakarak. Ama hem onlara hem kendime söz veriyorum bir gün geri geleceğim

No comments: