Thursday, August 10, 2006

Jericho


30 Temmuz 2006, Bir Zeit

Dün gece çok zor bir gece oldu, iki gündür devam eden soğuk algınlığım iyice arttı, boğazım ve kulaklarım çok ağrıdı, sabah uyandığımda çok halsizdim ama buradaki vaktimi de boşa geçirmek istemediğimden ilaç alarak yola çıktım. Allah’tan yanımda Bilgen vardı yine. Bu kez yolculuk 60 km uzaktaki Jericho (Eriha) şehriydi. 11 bin yıllık tarihi olduğu söylenen şehir, dünyanın en eski kenti olarak kabul ediliyor. Giderken önce Filistin’den çıkıp İsrail’e girdik, burada taksinin içinde epey bekledikten sonra İsrailli askerler geldi ve pasaportları kontrol ettiler, bu sırada tam yanımda duran asker tüfeğini bir araca doğrultarak elini tetiğe götürdü, hedef alıyormuş gibi yaptı. Bunu yaparken de diğer askerlerle gülüşüyorlardı, yani amaçları sadece gösteri yapmak ve insanları korkutmaktı. 10 km ileride yine bir kontrol noktası vardı. Sıra bizim araca geldiğinde asker, gel diye işaret etti ama şoför bunu devam et olarak algıladı ve gaza bastı, diğer askerle ikisi bağırmaya başladılar, ben de korktum dur aman abi falan gibi birşeyler söyledim. Geri döndük, kimliklerimizi aldılar, birkaç dakika bekletildik ve devam ettik.

Yola devam ettik, şoför korkutucu derece hızla alıyordu etrafı dağlarla kaplı virajları, İsrail topraklarından bir an önce çıkmak istercesine. Tekrar Filistin topraklarına girdik ve şehir merkezinde indik. Burası, dünyanın en çukur yeriymiş, rakımı deniz seviyesinin altında, yaklaşık -385 metre ve çok kurak, havası da oldukça bunaltıcı. Bitkin bir halde oturacak bir yer aradık ve şehrin kahvesine oturduk. İnsanların kıyafetleri daha yerel, erkekler daha çok entari giyip, puşi takıyor ve şaşırtıcı derecede fazla siyahi var.

Yanımıza 60 yaşlarında bir adam gelip selam verdi ve turist rehberi kartını gösterip şehir turu önerdi, zaten fazla seçeneğimiz yoktu pazarlık yapıp kabul ettik. Yolda Arafat’ın saraylarından birini gördük, sonra Hisham’s Palace adında bir tarihi sarayı gezdik, M.S. 740 ta inşa edilen saray o kadar çok deprem atlatmış ki artık sadece kalıntılar var. Hıristiyan, Bizans ve İran geleneklerinden esinlenen yapı birçok devri de yansıtıyor. Buradan Alsa nehrine giderek, yüzen çocukların fotoğraflarını çektik ve şehir hakkında bilgi aldık.

1967’deki 6 gün savaşıyla İsrail kontrolüne giren Jericho, 1994’te tekrar Filistin kontrolüne geçmiş. İncil’e göre, Hz. İsa burada bulunan Ürdün nehrinde vaftiz edildikten sonra, peygamberliğinden hemen önce sınama için burada bulunan Temptation Dağı’na gönderiliyor. 40 gün 40 gece burada inzivaya çekiliyor ve oruç tutuyor. Şu an onun kaldığı yer, Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı bir manastır olarak kullanılıyor. Bu kilise dünyanın önemli inanç turizmi merkezlerinden biri haline gelmiş, teleferikle yukarı çıkarken heyecanlıyız. Aynı teleferikte bulunan yolcularla tanışınca Yunanistan’dan geldiklerini öğreniyoruz ve sohbet ediyoruz. Atina’da tur şirketleri olan çift, yılın büyük bölümünü getirdikleri gruplara rehberlik ederek burada geçiriyor. Türkiye’yi çok sevdiklerini söylerken, benim bu kadar gezip de Atina’ya gitmediğimi öğrenince üzülüyorlar.

Teleferikten inerek dağa tırmanmaya başlıyoruz. Yorgo, kilisenin büyük olasılıkla kapalı olduğunu ama görevli papazın arkadaşı olduğunu ve içeri girmemizi sağlayabileceğini söylüyor. Kapı kilitli, Yorgo Papaza telefon ediyor ve papaz kapıyı açıp içeri girmemize izin veriyor. Önce Hz. İsa’nın gelip dinlendiği bölümü geziyoruz, burada olmak gerçekten çok garip. Kilisenin içi birçok eski değerli tabloyla dolu. Sonra avluya geçiyoruz ve buradaki odalar dikkatimizi çekiyor, rahipler kalıyorlarmış fakat uzun zamandır sadece 3 kişi varmış. Bu dağbaşındaki manastır, İsrail- Filistin çatışmasından çok uzakta.

Peder Gerasemos 72 yaşında bir Rum. Tam 22 yıldır burada ve hiç ayrılmamış. Daha önce muhasebeci olarak Selanik’te sıradan bir hayat sürerken, bir ‘mana’ arayışına girmiş ve kendini burada bulmuş. Türkiye’yi ve Türkleri çok seviyor. Bize birşeyler anlatıyor ama bazen dalıp gidiyor sanki başka bir alemde gibi. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Gidip bize bir karpuz getiriyor hep beraber yiyoruz sonra gelin diyor sizi bir yere götüreceğim. Hepimiz onu takip ederken, onu yıllardır tanıyan Yorgo bile şaşkın çünkü Papaz kilisenin turistlere kapalı bir bölümüne götürüyor bizi. Kapılardan odalardan geçip dışarı çıkıyoruz ve burada bir mezar var, üzerindeki yazılar Yunanca, Yorgo hayretle tercüme ediyor bize, “Nefret sadece kötülük ve ölüm getirir, sevgi tüm iyiliklerin başıdır” gibi bir yazı ama ilginç olan bunun papazın kendi mezarı olması! Tüylerim diken diken oluyor. Doğum yılının yanında ölüm yılı olarak 20 yazıyor son iki hane boş bırakılmış. Ne diyeceğimi bilemiyorum, Papaz da birşey söylemiyor, öylece bakıyoruz birbirimize…Yine gelin, hatta burada kalabilirsiniz diyerek bize hediyeler vererek uğurluyor.

Yunanlı çiftle, yine karışık duygular içinde teleferikle aşağı iniyoruz, birlikte öğle yemeği yeme konusunda ısrar ediyorlar, bir lokantaya giriyoruz, samimi bir sohbet eşliğinde yemek yiyoruz, buradan başka bir manastıra gideceklerini ve istersek bizi de Lut Gölü’ne götürebileceklerini söylüyorlar ama ben kendimi iyice halsiz hissetmeye başlayınca Ramallah’a dönmeye karar veriyoruz. Bu yüzden çok yakında bulunan Hz. Musa’nın mezarını da göremiyoruz. Kontrol noktalarındaki uzun bekleyişlerle geçen yorucu yolculuk sonrası şehir merkezine varıyor ve buradan da Bir Zeit’e kaldığımız yurda varıyoruz.Öğreniyoruz ki Lübnan’da bu sabah 60 kişi İsrail saldırıları sonucu ölmüş. İyice moralimiz bozuluyor…Elden birşey gelmiyor…Acaba oraya gitsek bir faydamız dokunur mu diye düşünüyorum ama İsraillilerin izin vermeyeceğini söylüyorlar. Hatta Nablus’a ve Nazareth’e bile gitmek çok zorlaştırılmış ve tehlikeliymiş. Dün buradan bir öğrenci Nablus’a giderken öndeki araçta bir adamın üzerinde kilolarca bomba yakalanmış ve orada herkesin gözü önünde imha edilmiş. Buradaki insanların çaresizliğini daha iyi anlıyorum şimdi…

Böyle bir zamanda turistik gezi yaptığım için de biraz suçlu hissediyorum kendimi. Bundan sonra daha çok insanlarla konuşmaya, duygu ve düşüncelerini öğrenmeye gayret edeceğim. Yarın inşallah iyileşirsem bir yetimhaneyi ziyarete gitmeyi ve mahkumlarla ilgili bir söyleşiye katılmayı planlıyorum…

No comments: