1 Ağustos 2006, Kudüs
Sabah tekrar Bir Zeit Üniversitesi’ne gittim, tanıştığım herkesle vedalaşmak için. Önce kamp koordinatörü Gadah’ı buldum, daha evime bile gelemedin ki yemekler yapacaktım sana dedi, ben de seneye inşallah diyebildim, ikimizin de gözleri doldu. Sen İstanbul’a gel dedim, okulun tişörtlerinden hediye etti bana. Ahmad ve Lauri’yi aradım, yine benim gibi iptal olduğu halde kamp için gelen iki kişiyi gezdiriyorlardı, biri Romanya’dan biri ABD’den. Amerikalı olana, Amanda’ya ailesinin buraya gelmesiyle ilgili ne düşündüğünü sordum ve bilmiyorlar ki cevabını aldım. Annesine Mısır’da olacağını söylemiş, babası ise Mısır’ı bile bilmiyormuş. Onlar da her şeye rağmen gelip görmek istemişler buraları. Hep birlikte yemek yiyip sohbet ettik.
Kuzeyde bir kasabada yasayan Musevi Filistinlilere geldi söz. Hepsi Hamas’a vermiş oylarını. Sonra PKK ve Hamas'ı karsılaştırmalar başladı. Ne yabancılar ne de Filistinliler PKK’yı bir terör örgütü olarak görmüyorlardı, Hamas neyse PKK da oydu onlar için.
Yurda gidip eşyalarımı toparlamam saatler sürdü, nedense ayaklarım geri gidiyordu, hedef Kudüs olsa bile Ramallah’tan ayrılmak istemiyordum. Yurttaki herkesle vedalaştım ve yola çıktım. Aslında yol 16 km olmasına rağmen kontrol noktalarındaki beklemelerle 1 saat sürdü. Yanımda oturan Namir’le sohbet ettik. 20 yaşında Kudüslü bir Bir Zeit Üniversitesi öğrencisi olan Namir, her gün Kudüs’ten Ramallah’a geliyor okula gidebilmek için. İki yıl önce annesini kaybetmiş ve 5 kardeşin en büyüğü ve abla olarak evdeki tüm sorumluluk ona ait. Bunları anlatırken İsrailli asker otobüsü durdurup içeri girdi ve kimlikleri kontrol etti ve Namir’in gözlerinin dolduğunu fark ettim, onu öyle görünce ben de dayanamadım. Alışılmıyor mu dedim, hala bu kadar çok mu etkileniyorsun? Ne ben buna alışabileceğim dedi ne de bu durum değişecek, sorunun hiçbir zaman çözüleceğine inanmıyorum! Bu sırada Kudüs’e girmiştik ve ben artık Filistin’de değil İsrail’de olduğumu hissediyordum. Ramallah’ta aldığım yerel telefon hattı da anında kesilmişti, şimdi ara sıra servis gelip gidiyor. Şam kapısında otobüsten indim ve kalacağım oteli aramaya başladım, ama hem sırtımdaki hem elimdeki çantalar öyle ağırdı ki çok zor yürüyordum, bir taksiye bindim ama çok yakın olmasına rağmen benim istediğim yere gidemeyeceğini tüm yolların kapalı olduğunu söyledi şoför. Çaresiz indim, etrafa bakındım ve bir manav gördüm. Filistinli sahiplerine otelin yerini sordum yaklaşık 15 dakika yürüme mesafesinde olduğunu söylediler ama çantalarla imkansız göründü, para karşılığı belki çocuğu belki çırağı 10 yaşındaki Ahmet’in bana yardim etmesine izin verdiler ve yola koyulduk. O önde ben arkada, etrafta ultra Ortodoks Yahudiler, Filistinliler, papazlar, polisler, askerler eşliğinde yürüdük ve bir meydana vardık.
Yüzlerce, binlerce İsrailli ellerinde İsrail bayrakları çoluk çocuk aynı yöne doğru ilerliyorlardı. Yükümün ağırlığı, oteli bir türlü bulamayışımız, Ahmet’in İngilizce benim Arapça bilmemem gibi bir sürü sebep yüzünden bulduğum ilk pansiyona girdim, ve teşekkür ederek Ahmed’i gönderdim. Zaten rezervasyonum yarın başlıyordu diğer otelde, bu yüzden bir geceliğine burada kalıyorum. Hemen eşyaları bırakıp Yahudilerin arasına karışıp onların gittiği yöne doğru yürümeye başladım. Bu sırada öğrendim ki hepsi Ağlama Duvarı’na hem dua etmeye hem de savaşa destek vermek amacıyla gidiyorlarmış! Bugün aynı zamanda Gazze’den İsraillilerin çıkarılmasının yıldönümüymüş. Savaşa destek sözünü duyunca resmen kanım dondu. Binlerce İsrailli bu miting için kuzeyden, güneyden otobüsler kaldırıp genç yaşlı, çoluk çocuk Kudüs’e gelmişler. Gençlerin bazılarının başlarında turuncu bantlar, kimisi bir köşede durmuş elinde dua kitabı, ileri geri giderek ibadet ediyor, diğerleri koşturuyor, ben de şaşkın bir halde bir duruyor bir yürüyorum. Kiliselerin yanından geçiyorum, camilerden ezan sesleri geliyor, Ermeni lokantaları yol boyunca dizili, tarifi çok güç bir ortam ve duygular. Sonunda ağlama duvarına geliyoruz. Girişte çok yoğun güvenlik önlemleri var, çantalara bakıyorlar.
Sanırım benden başka Müslüman yoktu aralarında, beni de onlardan sanıp arama gereği duymadılar ve alana girdim. Haham, yüksek sesle, bazen bağırarak, bazen ağlayarak, İbranice bir şeyler söylüyor, insanlar eşlik ediyor, dinliyor, içim bir tuhaf oldu. Nasıl oluyor da bu kadar insan, bu kadar ‘inançlı’ insan savaşa destek veriyor? Bir kaç poz fotoğraf çektim, biraz kameraya kaydettim sonra daha fazla dayanamayıp geri dönmek için yola çıktım.
Kapalı çarşıyı andıran üstü kapalı pasajların içinden geçerek yürüdüm eski kentte ve kayboldum. Gördüklerimden öyle etkilenmiştim ki pansiyonun adını da unuttum, ilk geldiğim meydanı arıyordum, ama her sokak sanki diğerinin aynısı. Taş binalar, taş yollar, küçük küçük yüzlerce sokak. Hava kararmıştı, tüm dükkanlar kepenklerini indiriyordu. Bir markete girdim meydanın adını öğrendim, tekrar yürümeye başladım. Yahudiler de gösterilerini bitirmiş geri dönüyorlardı, her yer kalabalık, Filistinli dükkan sahipleri hayret içinde etraflarını seyrediyorlardı. Evet burada herkes bir arada yaşıyor ama pek de dostça değil, birbirleri yokmuş gibi davranıyorlar. Zaten her an elleri tetikte olan İsrailli askerlerle dolu her yer. En sonunda kaldığım yeri buldum, bir şeyler yedim ve şimdi kafam karmakarışık tüm olanlardan sonra.
No comments:
Post a Comment