Thursday, August 10, 2006

Filistin'e Gidis


27 Temmuz 2006, Bir Zeit

Sabah saat 07.15. İki gün önce Amman’da bir resepsiyonda tanıştığım ve uzun uzun sohbet ettiğim Prens Hasan Bin Talal’ın şahsıma tahsis ettiği özel muhafızlı araçla Ürdün-İsrail sınırına doğru yol alıyorum. Heyecan, endişe ve mutluluğun iç içe geçtiği karmakarışık duygular içindeyim. Tarih 26 Temmuz 2006. İsrail’in Lübnan saldırıları başlayalı henüz 3 hafta olmuş, Gazze yine ateş altında ve ben herşeye rağmen Filistin’e gidiyorum.

Bir Zeit Üniversitesi’nin her yaz düzenlediği uluslararası yaz kampı programına kabul edilişimin sevincini yaşayamadan kamp güvenlik ve yetersiz katılım gerekçesiyle iptal ediliyor. Program koordinatörünü arıyor, ve yine de Ramallah’a gitmek istersem bana kalacak bir yer ayarlayıp ayarlamayacaklarını soruyorum, ‘memnuniyetle’ cevabını alınca hazırlıklar başlıyor. 2 hafta önce Abant Ortadoğu Toplantısı’nda tanıştığım Büyükelçi Hasan Abu Nimah’ın davetiyle önce Amman, Ürdün’e gidiyor, 6 gün evlerinde misafir oluyorum.

Amman, Filistin için bir ön hazırlık görünümünde, tanıştığım insanların yüzde yetmişi Filistinli, şehir mülteci kamplarıyla dolu. Abu Nimah ve çalışma arkadaşlarıyla Filistin üzerine yapılan sohbetler ve çevre gezileriyle dolu geçen 6 günden sonra Ramallah’a doğru yola çıkıyorum. Sabah 8’de 45 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra Kral Hüseyin (Allenby) köprüsüne varıyoruz. İlk pasaport kontrolünden sonra köprüyü geçip İsrail tarafına varıyoruz. Ortalık ana baba günü. Küçük bir otobüs terminali görünümündeki sınırda 200’e yakın Filistinli, ve sayıları onu geçmeyen yabancılar kuyrukta. Bir Arap görevli pasaportları toplayıp İsrailli görevlilere teslim ediyor ve bavulları alıyor. Sonra uzun bir bekleyiş başlıyor. Sıra bana geldiğinde ise görevli Türk olduğumu fark edince İsrailli olana sesleniyor ve beni direk içeri alıyorlar. İki X ray cihazından sonra prizma seklindeki bir alete giriyorum ve üzerime bir çeşit sprey sıkılarak “dezenfekte” ediliyorum. Sonra beni yanına çağıran görevli sorgulamaya başlıyor: ‘Nereye gidiyorsun, böyle bir zamanda neden İsrail’e geldin? Neden durum kötüleşince planlarını iptal etmedin? Ramallah’ta ne işin var? Orada akraban var mı? Neden İsrail Üniversitesiteleri’nden birine değil de Bir Zeit’e gidiyorsun? Onlarla nasıl irtibata geçtin? Orada neler yapacaksın? Neden tarihi yerleri görmek istiyorsun? Müslüman mısın? O zaman neden kiliseleri görmek istiyorsun? Kaç gün kalacaksın? Kudüs’te kimlerle görüşeceksin? Otel rezervasyonlarını göster, dönüş biletini göster, Türkiye’de ne iş yapıyorsun? Üniversitede ne okudun? ABD’de ne yaptın? Daha önce Pakistan’ a gitmişsin, Arap Emirlikleri’ne gitmişsin, neden? Oralarda ne kadar kaldın? Kimlere görüştün?’

Buna benzer onlarca sorunun ardından görevli ‘ikna’ olup beni ikinci sorguya gönderiyor. Sıraya girip 40 dakika kadar bekliyorum. 5 gişe var ve hepsinde 20-25 yaşlarından bayan askerler. Kuyrukta ise ağlayan çocuklar, beklemekten yorulup bir köşede uyuyanlar, korku ve endişe dolu bakışlarla bekleyen Filistinliler var. Sıra bana geldiğinde görevli pasaportumu alıyor, ve sen yabancısın, yan tarafa diyor, burası Filistinliler için. Hayal kırıklığıyla yan gişeye geçip burada beklemeye başlıyorum ve arkamdaki 3 kişinin Türkçe konuştuğunu fark ediyorum. Pasaportumu gişeye bırakıp yanlarına gidiyorum, eski dönem 2 milletvekili ve bir doktor, Kudüs’ü ziyarete gidiyorlar. Sohbet ederken görevli çağırıyor. Bir önceki sorgudakilere benzer soruların ardından o adamlarla ne konuşuyordun, nereden tanıyorsun diye soruyor ve orada tanıştığımıza inandırmakta epey zorlanıyorum. Bazı soruları dönüp dönüp tekrar soruyor, öyle bir baskı var ki kendimi suçlu gibi hissediyorum. Soğukkanlılığımı koruyarak sakince hepsine cevap verdikten sonra giriş ve 3 aylık kalış iznini alıyorum. Sonradan öğreniyorum ki Batı Şeria’ya gideceğini söylemek bile çoğu zaman reddedilmek için yeterli bir sebepmiş, bu yüzden oradaki yabancılar hep gizliyorlar. Didik didik edilen bavullarımı almak için yeni bir kuyruğa giriyorum. Bu sırada önümde duran 20’li yaşlardaki bir gence işlemin geri kalanının ne kadar süreceğini soruyorum. İki haftada bir bu sınırdan geçtiğini söyleyerek bunun son aşama olduğunu söylüyor. Faris, Bir Zeit mezunu şu an Youth & Peace Forum isimli bir sivil toplum kuruluşunun başkanı. Bir Zeit Üniversitesi ekonomi bölümünü bitirdikten sonra bu dernekte çalışmaya başlamış ve kısa sürede başkan olmuş. Çeşitli ülkelerin yetkilileriyle görüşerek Filistin gençliğini anlatıyor, gençlik değişim programlarını organize ediyor. Ramallah’a gideceğimi söyleyince, ortak bir taksi tutmamızı öneriyor, böylece Kudüs üzerinden giderek 4 otobüs değiştirmekten kurtuluyorum, ve bir yolcu daha bulup 45 dakikada Ramallah’a ulaşıyoruz. Buradan bir taksiyle Bir Zeit kız yurduna geliyorum. Beni olağanüstü bir misafirperverlikle karşılayıp konforlu bir daireyi aratmayacak, içinde banyosu, mutfağı, oturma odası olan daireyi veriyorlar. Bu sırada kampa gelmeye karar verdikten sonra onun da geleceğini öğrendiğim ve İstanbul’da bir kez görüştüğümüz Marmara Üniversitesi öğrencisi olan Bilgen de çıkageliyor. O Tel Aviv’den geldiği için nispeten daha kolay olmuş geçişi. Sevinçle boynuna sarılıyorum sonunda sınırı geçerek büyük bir iş başarmış olduğumuzu sanmanın sevinciyle. Hemen eşyalarımızı yerleştirip, okulun bizimle ilgilenmekle görevlendirdiği üç öğrenciyle, Jamal, Maic ve Sawsam’la Ramallah merkeze gidiyoruz.

Şehri görünce ikimiz de büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Hayat çok normal görünüyor. Etraf, dolmuşlar, işportacılar, korsan CD’ciler, lokantalar, dev billboardlarda Amerikan ürünlerinin reklamları ile dolu. Birşeyler yemek için girdiğimiz lokanta tertemiz, içerde insanlar yemek yiyor, çocuklar etrafta koşturuyor, dışarıdan korna sesleri geliyor. Allah Allah doğru yerde miyiz? İsrailli askerler, çadırlar, olağanüstü hal falan bekliyorduk biz? Çıkıp bir şehir turu yapıyoruz. Etraf villalarla dolu, yollar geniş ve temiz. Sonradan öğreniyoruz ki bugün, 5 aydır maaşlarını alamayan memurlar ilk defa maaşlarını almışlar, ondan çarsılar pazarlar kalabalık. Yeni yapılan tüm evler ise, birkaç yıl önce Amerika’dan dönen Filistinler tarafından inşa edilmiş. Etrafta bizden başka turist olmamasına rağmen ne rahatsız edici bakışlar var üstümüzde, ne de olumsuz sözler. Uzun uzun dolaşıp biraz alışveriş yaptıktan sonra yurda geliyoruz. Tam bir şoktayız, her şeyin bu kadar rahat olması, şartların, hayat kalitesinin bu kadar yüksek olması gerçeğine bir türlü inanamıyoruz. Belli ki çok yakınımızda yapılan bir düğünden gelen müziğin sesiyle uykuya dalıyoruz.

Sabah erkenden kalkıp Bir Zeit Üniversitesi kampüsüne gidiyoruz. Koordinatörümüz Gadah Hanım bizi karşılıyor, gelişimizden duyduğunu memnuniyeti anlatıyor, planlarımızdan konuşuyoruz, mümkün mertebe bize yardımcı olacağını söyleyerek bize yeni bir öğrenci tahsis ediyor: Ahmad. Bize tüm kampüsü gezdiren, öğrencilerle ve hocalarla tanışmamıza yardım eden Ahmad, 20 yaşında Filistinli bir öğrenci. Aynı zamanda Halkla İlişkiler bürosunda çalıştığı için burslu okuyor. Filistinli mahkum Hakları Derneği’nde çalışan ağabeyi ve yine aynı üniversitede okuyan kardeşiyle birlikte bir evde yaşıyor. Ailesi Hebron civarında bir köyde. Onun hikayesini ve dünyaya umutla bakan gözlerini görmek beni de umutlandırıyor.

No comments: