55 yaşında İsrailli bir hahamla neler konuşurdunuz? Nasıl önyargılarla başlardınız bu konuşmaya? Jeremy ile Kudüs’te ilk tanıştığımda şaşkınlık içerisindeydim. İsrailli bir hahamla nasıl bir üslupla konuşulması gerektiğini kimse öğretmemişti bana. Etrafımızda Gazze’den yerleşkelerinin kaldırılmasını protesto eden İsrailliler ve hemen yan tarafta Lübnan savaşını protesto eden Filistinliler öfkeyle yürüyüp sloganlar atarken, o bilmediğim dilin kendiliğinden oluştuğunu fark ettim. Güzel bir insandı Jeremy, taraf tutmanın çözümsüzlüğünün bilincine varmıştı, ülkesinin politikalarını eleştirebilecek kadar sağduyu ve vicdan sahibiydi. Siyaset dışında söylecek sözü de vardı, Bedeviler’in evlerinin yıkılmasını önlemeye çalışıyordu. Bir kahve içmek için buluşmuşken laf lafı açtı ve saatlerce konuştuk İsrail’den, Filistin’den, Türkiye’den, dinlerden, siyasetten, insan haklarından. Aklımdaki İsrailli portresinin çok ötesinde olması, beni yeni bir sürü sorgulamaya itti.
Ocak ayında o İstanbul’a geldi, bizde kaldı, yine konuştuk saatlerce. Sonra ben tekrar Kudüs’e gittim Aycan’la, bizi havaalanından aldı, yemeğe götürdü, Bedeviler’e gittik birlikte. Ait olduğumuz milli ve dini kategorileri bir yana bırakarak müthiş bir dostluk kurduk.
Bugün yine geldi İstanbul’a ve bu kez yanında içi kan ağlayarak orduya mecburi hizmete gönderdiği 22 yaşındaki oğlu da vardı. Önde “Müslüman” anne-kız, arkada “Yahudi” baba oğul arabada giderken kendimize bir an dışarıdan bakıp memnun oldum. 3 yıldır orduda olan oğlu vicdani retçi olmamıştı ama silah kullanmayı reddetmişti. Tabii ki çocuğu soru yağmuruna tuttum. Babası siyonist olmadığı için okul hayatı boyunca “Arap” lakabıyla dalga geçilen çocukcağız alabildiğine mütevazi ve açıktı. Vicdani red ve ordu içindeki insan profilinden bahsetti. Şayet İsrailli’yseniz ve ‘pasifist’ olduğunuz savaşa karşı olduğunuz için askerlik yapmayı reddediyorsanız, sizi sıkı bir sorguya çekiyorlar. Aileniz, geçmişiniz, inançlarınız ve görüşleriniz iyice sorgulandıktan sonra hala pasifist olduğunuzu iddia ederseniz, “Pekiyi karşında Hitler olsa ne yapardın?” gibi can alıcı bir soru soruyorlar. “Ona da birşey yapmazdım, o zaman ben de onun yaptığı hataya düşerdim” derseniz muaf olabilirsiniz. Ama duygusallaşıp “Lanet olsun, tabii ki hemen öldürürdüm, vururdum” derseniz o zaman sizin pasifisitliğiniz yalnızca ülkenin şimdiki politikalarını eleştirmekle sınırlıdr ve bir siyasinizdir. Ya gidersiniz askere paşa paşa ya da hapse girersiniz.
“Hitler karşında olsa ne yapardın” sorusu Yahudiler için çok kritik bir soru. Jeremy, katıldığı bir radyo programında savaşın kötülüğünden bahsederken ona da aynı soruyu sormuşlar. “Tevrat’ı anlatırdım” demiş. “Eğer ben de onu öldürürsem, şiddete başvurursam, onun yapmasına karşı olduğum şeyi yapmış olmaz mıyım?”
İsrail’de bu soruya verilen en yaygın cevap “Hemen onu temizler ve milyonlarca Yahudi’yi ölümden kurtarırdım” imiş. Bence bu cevap çok şey söylüyor düşünme biçimleri ve mevcut politikalarla ilgili. Hem kötülüğün tek bir kişiden çıktığı gibi bir yanılgıya düşüyorlar hem de Filistin’de bitmeyen savaşta da “terörist”leri temizleyerek sorunlarını çözebileceklerine inanıyorlar. Gandhi bu durumu çok güzel özetliyor:
“Şiddete karşıyım çünkü iyi bir amaç için yapılıyor gibi görünse bile, bu iyi amaç geçicidir, ama bırakacağı kötülük kalıcıdır.”
Güvenlik gerekçelerinden dolayı ismini açıklamayacağım Jeremy’nin asker oğlunun ordudan bir arkadaşı ise şöyle demiş: “Hitler öldü, soykırım bitti, ama kötülük bitti mi? Zaferi biz mi kazandık? Hayır, kurbanları faillere dönüştürerek zaferi o kazandı ve biz şimdi yaptıklarımıza devam ettikçe, kaybetmeye mahkumuz.”
No comments:
Post a Comment