Monday, October 08, 2007

Gandhi'nin Evi, Popüler Kültür, Günlük Hayat (2)

Gujarat, Hindistan’daki 29 eyalet içinde en muhafazakar olanı. Alkol yasak. Hindular ağırlıkta olsa da ciddi bir Müslüman nüfus da var. Arada kavgalar var ama genel olarak saygıda kusur etmiyorlar. Dinden ziyade etnisite ve kast kimlik belirlemede daha etkili görünüyor. Müslümanlar Hindulara saygılarından inek yemiyorlar, et yiyen Hindular da Müslümanlara saygılarından domuz yemiyorlar.

Orta sınıf kavramı yok. İnsanlar ya çok zenginler ya da çok fakir. Ortası yok. Mesela inanılmaz geniş ve lüks bir alışveriş merkezi var, 300 dolarlık ayakkabılar satılıyor içinde ve kalabalık içerisi. Kapının önünde de açlıktan güneşin altında bayılmış kadınlar ve çocuklar. Dilenciler sarmış binanın her tarafını. Ben bu durumdan çok rahatsız oluyorum ama iki taraf için de durum çok normal. Afrika’daki fakirlik öfkesi ve saldırganlık burada yok. Onları hem gelişmekten alıkoyan hem de aralarındaki huzuru sağlayan kast sistemi ve reenkarnasyon inancı sayesinde herkes kaderine razı. Tüm yaşam bir test olarak kabul edilmiş. Böylece zenginler gönül rahatlığıyla sefalarını sürebiliyorlar. Fakirler de zengin olarak doğacakları hayatın hayaliyle bir ömrü sefalet içinde geçiriyorlar.

Mecburen çok iyi yerlerde yemek yiyoruz, orta sınıf olmama durumu yemek konusunda da geçerli. Kallavi bir yemek, tatlı ve içecek, asansör müzikli elit bir lokantada adambaşı 8 dolara patlıyor en fazla. İnanılmaz lezzetli çeşit çeşit vejeteryan yemekleri mideye indirip kahveni yudumlarken camdan dışarı bir bakıyorsun ki yine aç insanlar var her yerde. Dışarı çıkınca yediğim burnumdan geliyor. Vicdan azabı içinde, yolun iki yanını doldurmuş o sıcakta ve pislikte uyumaya çalışan insanların arasından hızla eve doğru yol alırken, sorgulamalar yine peşimi bırakmıyor.

Türkiye’de böyle bir fakirlik yok. Bu kadar evsiz, bu kadar sokakta yaşayan insan yok. Yetersiz beslenmeden boyu kısa kalmış, çelimsiz, konuşmaya mecali olmayan insanlar yok. En azından daha azlar ve bu yüzden de daha az göz önündeler. Ve her gün görmedikçe onları, yoklarmış gibi geliyor ve normal yaşayabiliyorum. Hintlilerse her gün onlarla iç içe yaşayabiliyorlar huzur içinde. Ben mi gerçeklerden kaçıyorum, onlar mı, bilmiyorum.

Motor kullanan insanların sayısı epey fazla.Özellikle kadınlar bu ulaşım biçimini çok iyi benimsemişler. Ve punjabileriyle çok şık görünüyorlar motor kullanırken.

Rengarenk ve eğlenceli bir Hindistan beklerken, böyle tezatlarla dolu bir manzarayla karşılaşmak epey sarsıyor beni ama yine de Goa’da eğlenmeye gitmek yerine turist olmayan bir eyalette Hindistan’ın gerçek yüzünü gördüğüm için çok mutluyum. Yemeklere ve kıyafetlere bayılıyorum. Çeşitlilik hayatın her alanına yansımış. Bazıları epey acı ve baharatlı olsa da sebzelerin pişirilişi ve meyvelerle birlikte kullanılışı gayet leziz. Tadına bakıp da beğenmediğim hiçbirşey olmadı. Eti hiç aramadım. Sabah kahvaltısında haşlanmış fasulye, hardal taneleriyle kavrulmuş patates, saç üzerinde pişirilmiş hamur ve mango sosu yemek çok eğlenceli ve sağlıklı. Elimle yemekte biraz zorlansam da, pis yabancı durumuna düşmemek için hemen kıvırıyorum işi.

Gandhiji Ashram

Mehul ve Nilima beni rahat ettirmeyi kendilerine amaç ediniyorlar. Her gün ne yemek istediğimi sorup ona göre dışarı yemeğe götürüyorlar. Yemekleri bana seçtirip, sonra ne yapmak istediğimi soruyorlar. Bu kadar ilgi biraz baskı gibi çöküyor üzerime ama geleneklerin başka hiçbir yerde görmediğim kadar önemli olduğu bu ülkede, kimseyi kırmamak ve kurallara uygun davranmak için azami çaba sarf ediyorum.

Mahatma Gandhi’nin evine gidiyoruz. Sadece burayı görmek için bile değer Ahmedabad’a gelmeye. Böylesine akıllı ve samimi bir insanı daha yakından tanıma şansını bulmak çok heyecan verici. Hayatının son yıllarını bu evde geçiren Gandhi, burayı bir komün yaşam alanına dönüştürmüş. Yaşamak isteyen herkese kapılarını açmışlar ve hepsine birer görev verilmiş. Kendi işlerini yapıp para kazanmak için örgü makineleri yapmışlar. Tüm kararlar demokratik biçimde hep birlikte verilmiş. Gandhi sürekli düşünmüş, yazmış, konuşmuş. O kadar sevilmiş ki dünyanın her yerinde, kendisine gönderilen mektuplara adres yazılmaz olmuş. Sadece Gandhi / Hindistan yazıldığında ulaşıyormuş bu eve mektuplar. Yazık ki Hindistan’ın bağımsızlığını kazandığını göremeden kansız bir milliyetçi tarafından öldürülmüş.

‘ji’ eki bizdeki ‘cim’ ekine karşılık geliyor. Sevilen ve saygı duyulan birinin adının sonuna ekleniyor. Herkes Gandhi’den Gandhiji olarak bahsediyor. Ama insanların yaşam tarzlarına baktığımda Gandhi’yi pek anlayamadıklarını düşünüyorum. Bir çeşit kitsch haline getirilmiş ve her şeye taptıkları gibi ona da tapmaya başlamışlar ama neden taptıklarını unutmuşlar. Gerçekten Gandhi’nin yolunu izlemiş olsalardı bugün durum daha farklı olurdu sanırım.

Popüler Kültür

Televizyonun sesini kapatıp izlerseniz bir Türk televizyonu izlediğinize inanabilirsiniz. Bizdeki dizi furyası ve jürili yarışma şaklabanlıklarının aynıları fazlasıyla burada da mevcut. Televizyondaki insanlar sokaktakilere göre daha açık renkli. Sanki hiç o sefalet yokmuş gibi herkes sürekli dans ediyor. Klipler ve filmler genelde Londra’da çekiliyor. Biraz parası ya da eğitimi olan hemen İngilizce konuşmaya başlıyor günlük hayatta. Kimse Hindi konuşmuyor zaten televizyonda. Hindistan genelinde konuşulan bir dil değil bu. Her eyalet hatta şehir ve köyler kendi dillerini konuşuyorlar. Bir yandan yerellik bir yandan evrensellik derken Hindi arada kaynıyor, bu yüzden İngilizce daha yaygın. Ancak bu durum günlük hayat ve sokaktaki insan için geçerli değil. Çoğu insan sadece kendi yerel dilini konuşuyor.

Televizyonda sürekli 70’li yılların filmleri dönüyor. Konular da müzikler de kalite de aynı Türk filmleri. Belli karakter oyuncuları var mesela, ve kullanılan setler. 52 derecede dışarı çıkmak pek mümkün olmadığından epey Hint filmi izliyoruz evde.

Her ne kadar kadınlar zenginleştiklerinde de yerel kıyafetlerini giymeye devam etseler de, oturuşları, konuşmaları ve tavırlarıyla son derece İngiliz ve Amerikan özentisi olmuşlar. Bu duruma Türkiye’den alışık olduğumdan ilginç gelmiyor aksine rahatsız oluyorum.

İnançlar ve Mabedler

Her köşebaşında, etrafındaki diğer binaların aksine son derece ihtişamlı, ince bir işçiliğin eseri olan tapınaklar ve mabedler var. Dışarıdan çok havalı görünen mabedlerin içinde aynı havayı bulmak zor. Maalesef saygı duyacak kadar anlayamadığım ve bu halde olmalarından sorumlu tuttuğum garip birtakım fil ve maymun tanrılar var. İnsanlar içeri girip onlara tapınıyorlar, bir adama para verip çıkıyorlar. Belki de çok tanrılı dinlere alışık olmadığımdan çok saçma geliyor bana her şeye bu kadar anlam yükleyip sonra aç gezmek ya da aç gezenleri önemsememek.

Mahkelemeler ve Okullar

Mehul Bay, şehre yeni inşa edilen alışveriş merkezine götürerek ülkesinin modernliğini göstermek istiyor bana ama ben tutturuyorum beni Yargıtay binasına götür diye. Pek anlam veremese de bu isteğime gerekli izinleri alarak götürüyor. Bürokrasi bizdekinin sekiz katı daha fazla ve ağır. İçeri girerken defalarca aranıyoruz, belgeler gösteriyoruz. Burada tam 700 avukat ve 32 yargıç görev yapıyor. Hepsi siyah pelerinler giyiyor. İçerisi o kadar sıcak ki, avukatlar boş mahkeme salonlarına girip klimayı çalıştırmışlar, oralarda bekliyorlar. Bir davaya giriyoruz. Neden sonra İngilizce konuştuklarını anlıyorum çünkü hem aksan çok kuvvetli hem de tamamen kalıp hukuksal ifadelerle konuşuyorlar. Yavan, içi boş bir resmiyet, saygı gösterisi var, çok samimiyetsiz görünüyor. Eve döndüğümüzde Nilima bize evlilik fotoğraflarını gösteriyor, çok daha sahici her şey. Kendileri üretmişler, sonradan üzerlerine giydirilmemiş.

Bir aile dostu Rajiv amca komşu bir şehre götürüyor bizi, Nadiad’a. Küçücük bir yer, fakirlik ve sıcaklık aynı. Ve insanlar yine rengarenk. Rajiv’in arkadaşı şehrin özel bir okulunun müdürü. Onu ziyarete gidiyoruz. 200 metrekare genişliğindeki heybetli odası altın kaplama eşyalarla dolu. Türk olduğumu öğrenince hemen kebapları soruyor, kimbilir ne süperdir diyor. Kendi şehrinde et bulamadığından ya da dedikodu olacağından sık sık Delhi’ye gidişinden bahsediyor. Kebap yemek için!

Müdür yardımcısı disiplin timsali bir teyze geliyor içeri. Müdür beni gezdirmesini söylüyor. Sınıflara doğru ilerlerken kadın soğuk bir ciddiyetle okulun ne kadar iyi olduğundan bahsediyor, sonra da sınıflar yerine laboratuarlara götürüyor beni. Oradan spor salonuna ve kütüphaneye. Hindistan’da okulların çoğu özel ama fiyatları da cüzi. İngilizce eğitim veren imkanları iyi bir okulun aylığı 8 dolar civarında. Nihayet promosyon bitiyor ve bir sınıfa giriyoruz. Kadını görünce hepsi asker gibi ayağa kalkıyor: “Good Morning Children”, çocuklar cevap veriyor: “Good Morning Teacher” Son derece otoriter bir tavırla devam ediyor: “Sit Down” Muhtemelen 15 yaşlarındaki 50 kadar öğrenci tedirginlikle yerlerine oturuyorlar. Hepsi üniformalılar. Kızların saçları yanlardan örülmüş, kızlar ve erkekler ayrı ayrı oturuyor. Mahçupça bana bakıyorlar, ben de ne yapacağımı bilmez halde duruyorum başımı öne eğip. Kadın bana yabancı ve beyaz olduğum için saygı gösteriyor ve yukarıda bir yerlere koyuyor: İstediğin gibi takıl” dercesine bakıyor. Kendimi müfettiş gibi hissediyorum. Sınıfta çıt yok. Bir tanesiyle konuşmaya çalışıyorum, utanıyor. “Fotoğraf” diyorum, “fotoğraf çekebilir miyim?” Tabii diyorlar, bu onların da benim de çok hoşumuza gidiyor, birkaç poz çekip çıkıyoruz sınıftan. Sonra ilkokul ve anaokulu sınıflarına da uğruyoruz. Küçücükten alıştırılıyorlar disipline ama bir yandan da inanılmaz bir inanç özgürlüğü var. Üniformaları giyiyorlar ama alınlarına kınalarını da yakıyorlar, başlarına türbanlarını da takıyorlar. Hatta her sabah okula girerken hep birlikte dua ediyorlar andımız niyetine.


Bir sonraki yazı: Şehirler arası Yolculuklar, Gaipten Haberler

No comments: