Öğleden sonra saat 2’de Batman’a doğru yoldayız. Minibüs bizi Diyarbakır Batman arası bir yerde bırakıyor ve Siirt için minibüs beklemeye başlıyoruz. Hava eksilerde, beklediğimiz kavşaktan geçen arabalar Siirt’e götürmeyi teklif ediyorlar ama kalabalık olduğumuz için nazikçe reddediyoruz tekliflerini. Bizim gibi çok bekleyen olmuş bu yolda herhalde, yolun kenarı çöp dolu… Sonunda bir minibüs geliyor ve hemen doluşuyoruz içine.
Son birkaç yılda bu güzergahtaki yollar epey düzeltilmiş. Yollar güzel güzel olmasına ama bu yolda bir hüzün var sebebi belirsiz. Yanağım cama yapışmış, etrafı seyrediyorum. Ahmet Kaya çalıyor teypte inceden. Saçlarına Yıldız Düşmüş’le başlıyor, Yakamoz’la devam ediyor, tıpkı lise günlerindeki servisteki gibi. Garip hisler gark oluyor içime. Hüzünle özlem arası, tarifi zor hisler. Buralara gelmekte bu kadar geç kalmaktan dolayı pişmanlık duyuyorum, sonunda geldiğim için sevinç de… Güneydoğu’yla kurduğum ilk duygusal bağı, işte bu yolda hissediyorum. Ve biliyorum yine getirecek bu duygu beni buraya. Birkaç gündür gördüklerimi tanıştıklarımı düşünüyorum, duraklıyorum. Ne karşı olduğum ne de savunduğum fikirlerle, ne Kürt meselesiyle ne hümanizmle ilgisi yok hissettiklerimin. Rasyonel bir açıklaması yok, duygusal bir şeyler, kıpırtılar, heyecan… Çok tuhaf bir mutluluk hissi…
İki saat sonunda bir mola veriyoruz. Çaylar yudumlanırken, minibüsün diğer yolcuları bizim grubun sebeb-i ziyaretini merak ediyor. Çat pat İngilizce sohbetler ediliyor. Evine götürmek isteyenler, gelin bizde kalın diyenler, Tillo’yu görmeden gitmeyin diyenler, herkes çok sıcak davranıyor bu soğuk memlekette.
Öğretmenevine vardığımızda hava kararmış. Şehirde kadınları bilinçlendirme konusundaki çalışmalarıyla tanınan Gökkuşağı Derneği’ne gidiyoruz akşam yemeği için. Sekbilder derneği temsilcileri de katılıyor bize. Çocukları okumaya, kadınları kamusal hayata teşvikle ilgili faaliyetlerinden bahsediyorlar. Perde pilavını yerken bir yandan devam ediyoruz sohbete. Çok geç olmadan ertesi günün planını yaparak uykuya dalıyoruz.
Sabah erkenden kalkıp fotoğraflar üzerine konuşuyoruz yine. Sonra da öğretmeneviyle aynı binada bulunan Milli Eğitim Müdürü’nü ziyaret ediyoruz. Eğitim faaliyetleriyle ilgili bilgi veriyor gruba. Ayrılırken Atatürk büstünün önüne geçip topluca fotoğraf çekilmeyi de ihmal etmiyoruz!
Siirt için fazla vaktimiz yok, hava kararmadan Tillo’ya gidiyoruz. Cumhuriyetin kuruluşuyla adı Aydınlar olarak değiştirilen Tillo, Süryanice’de yüksek ruhlar, Arapça’da ise yüksek yer anlamına geliyor. Yolda bu yüksek yerlerden birinde durup manzarayı seyrediyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir yandan Botan nehri akıyor huzur içinde, bir yandan silah sesleri geliyor Irak sınırından huzursuzca. Sessizleşiyorum, hissizleşiyorum... Siirt yolundaki o güzel duygular gidiyor, gözlerime bir hüzün çöküyor ki ağırlığını ben bile hissediyorum. Doğulu bir kadın oluveriyorum, susuyorum öylece, donuk donuk, mahsun mahsun bakıyorum… Düşünmek istemiyorum o dağların ardında neler olduğunu, o silahların neden patladığını, hangi sonuçsuz hedefler uğruna kimlerin can verdiğini, geride kalanların bir ömür boyu nasıl acı çektiğini, hiçbirini düşünmek istemiyorum. Beynime engel olamıyorum, hepsi geliyor teker teker hücum ediyor. Birkaç yüz metre yanımda patlayan silahlar gibi patlıyorlar beynimde! Kovalamaya çalışıyorum, kaçıyorum, bu modern kan davasından kurtulmak için huzur bulmaya, Tillo’ya gidiyorum.
İbrahim Hakkı ve İsmail Fakirullah isimli zatların türbelerine gidiyoruz. Anna yine ağlamaya başlıyor. Sebepsiz değil, garip bir enerji, bir atmosfer, bir maneviyat var burada. Önce çember içine alıyor sizi, sonra okuyor içinizi, sonra da götürüyor istenmeyenleri. 15 dakika sonunda 3 saat hamamda kalmış gibi hafifliyoruz.
Köşede bir ev var, içinde İbrahim Hakkı’nın yaptığı çalışmalar, kitaplar, kullandığı pergeller ve birçok araç gereç var. Onun halen bu evde yaşayan 6. Kuşak torunu, evin alt katını müze haline getirmiş. Gelenlere gezdiriyorlar ailece. Anlatılmaz yaşanır bir deneyim, detaylarına girmek sadece sığlaştırır bu anları. Öyle güzel anlatıyor ki hayat felsefesini, tarihi yaşadıklarını, hepimizin yine gözleri doluyor, hepimiz elini öpüyoruz çıkarken. Muhterem kelimesi vücuda geliyor onda.
Siirt’e biraz ağlayıp biraz gülerek dönüyoruz. Hava kararmış. Büryan kebabı kalmamış. Şehirde bir tur atıyoruz, bir şeyler yiyip uyuyoruz, sabah 6’da Diyarbakır’a yolculuk…
Siirt Fotoğrafları
No comments:
Post a Comment