RÜYALAR
21 Ocak 2007
Rüya 1: Somali ya da Etiyopya’dayım, Afrika olduğunu ve savaş olduğunu biliyorum ama hangisi emin değilim. Ortalık sessiz ve harap olmuş durumda, kimsecikler yok ama her an bir füze düşecekmiş gibi…Koşarak bir camiye giriyorum, yarısı yıkılmış, içeride Ulus Baker ve Ferhat Kentel’le karşılaşıyorum, “siz burda ne yapıyorsunuz, ne oldu” diye soruyorum. “Hrant Dink’in cenazesi buradan kalkacak” diyorlar onu bekliyoruz. Ben de oturuyorum beklemeye başlıyoruz, dışarıdan ağlayan insanların sesleri geliyor, savaşa mı açlığa mı Hrant’a mı bilmiyorum…
23 Ocak 2007
Rüya 2: Kardeşimle Ürdün’deyiz, virajlı bir yoldan dağların arasından ilerlerken polis durduruyor, kardeşimin ehliyeti yok, alıp götürüyorlar. Birşey yapamıyorum, önce arabada bekliyorum, geri gelmeyince iniyorum arabadan, biraz ileride bir dağın dibinde birşeyler olduğunu fark ediyorum. Bir sürü insan var belki yüz kişi, ağlıyorlar mi bir şey mı gizliyorlar tam anlayamıyorum ama dehşet içindeler. Sanki çok kotu birşey olmuş ya da olmak üzere gibi…Oraya doğru yöneliyorum, birşeyin üzerine bastığımı fark ediyorum, yere bakıyorum, ben de dehşete kapılıyorum. Yerler insanlardan kopan et parçalarıyla dolu, her yer kan…Midem bulanıyor, ağlamaya başlıyorum, yere bakmadan yürümeye çalışıyorum ama bu kez de kopmuş ellere, bacaklara basıp dengemi kaybediyorum, hem bakmam hem yürümeye devam etmem lazım. Çünkü daha büyük birşey geliyor, daha kötü, ne bilmiyorum. Ormanlık bir alana varıyorum, küçük bir kulübe var içine giriyorum, arka tarafa gittiğimde iki başörtülü teyze görüyorum kapının önünde, ben dehşet içindeyken onlar hiçbirşey olmamış ya da olmayacakmış gibi muhabbet ediyorlar. Ben içerideyim, onlar dışarıda. Ben kardeşimi, ölenleri ve yaklaşan büyük felaketi düşünerek dehşet içinde beklerken, onlar gayet sakinler. Anlatmaya çalışıyorum, beni duymuyorlar…Bu sırada arkalarından bir grup aslan yaklaşıyor, kükreye kükreye. Bağırıyorum “çabuk içeri gelin, koşun” diye “birşey olmaz” diyorlar. Ben kulübenin içinde saklanacak delik ararken onlar hiç korkmadan duruyorlar dışarıda ve hakikaten de hicbirşey olmuyor, aslanlar sakince geçip gidiyorlar.
Bir şekilde oradan çıkıp eve geliyorum, aradaki geçişler yok. Salona girdiğimde yurtdışında olduğum için cenazesine gidemediğim, geçen sene ölen amcamı görüyorum. Kanepede oturuyor. Yüzüne bakamıyorum. Hala cenazesine gidemediğim için, son bir kez göremediğim için vicdan azabı çekiyorum ve yüzüne bakmaya utanıyorum. Gene de yanına gidiyorum, koltuğa oturuyorum. Ağlamaya başlıyorum, herşeye ağlıyorum, “Sen öldün amca” diyorum, “ben çok yalnızım, dünyanın yükü omzumda sanki, her yer acı dolu, ölenler, öldürülenler, açlar, fakirler, hastalar, yaşlılar, her yer hüzün dolu, neresinden tutacağımı bilemiyorum amca, çok üzülüyorum” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyorum ve hala yüzüne bakamıyorum. Beni kendine çekiyor, hiçbirşey söylemiyor, sadece sarılıyor, onun omzunda öylece ağlıyorum. Birşey söylemiyor ama güven veriyor, huzur veriyor…
Rüya 3: Washington D.C.’deyim, döndüğümden beri ilk kez gidiyorum tekrar ziyaret etmek için. Çok değişmiş, her yer farklı, daha aydınlık görünüyor sokaklar, okyanus kenarı, sanki bati yakasında gibi. Geçen sene post travmatik stres bozukluğu + bipolar + şizoid eğilimler sonucu akıl hastanesine kaldırılan canım arkadaşım Melanie’yi arıyorum. Telefonda “şimdi gelme, biz bir yere gidiyoruz hatta taşınıyoruz Florida’ya doğru yola çıkıyoruz” gibi birşeyler geveliyor. “Saçmalama ben seni görmeye geldim, daha önce fırsat olmadı, gelemedim, kızma ne olur geldim işte, adresi ver” diyorum. Vermiyor…Yüzüme kapıyor…Kocası Mike’ı arıyorum, adresi alıyorum. Eve girdiğimde Melanie beni gördüğünde yüzünün ifadesi birden değişiyor ve eline bir bıçak alarak korku dolu gözlerle bana bakıyor. Yine ağlamaya başlıyorum. “Ne oldu sana Melanie, ben sana kötü birşey yapar mıyım, bırak bıçağı” diyorum. Masmavi gözleri kıpkırmızı olmuş kızgın kızgın bakıyor ve sakinleşip bıçağı bırakıyor ama yine de sarılmıyor bana.
(Uyanınca Melanie’den 2 aydır ilk kez bir email geldiğini gördüm, daha iyi olduğunu ve beni çok özlediğini söylüyordu…)
No comments:
Post a Comment