Wednesday, October 22, 2008

Yüksekova’da 18 Saat Mahsur Kalınca Neler Öğrenilir?




Gerçeküstü kısacık bir İran seyahatinin ardından 20 Ekim Pazartesi İran saatiyle 15.10, Türkiye saatiyle 14.40’da Farsça adıyla Serow, Türkçe adıyla Esendere sınır kapısındayız. Arada tarafsız bölge yok. Aynı binanın bir tarafı İran bir tarafı Türkiye. Humeyni portresinin önünde fotoğraf çektirip Türkiye tarafına geçiyoruz. Atatürk büstünün önünde de bir fotoğraf çekilip Van otobüsüne biniyoruz. Esendere- Yüksekova- Van yolunun kapalı olduğunu öğreniyoruz.

16:00- Yollarda can güvenliği olmadığı gerekçesiyle askerler yolu kapatmış, ne zaman açılacağı belli değil, sınırda bekleyen diğer insanlarla sohbet edip fotoğraf çekiyoruz.

17:00- Yoldan hala haber yok, karnımız aç. Babayiğit gümrük müdürü bize taze fasulye yediriyor.

18:00- Mesai bittiği için sınırdan çıkarılarak Esendere’den 40 kilometre uzaktaki Yüksekova sınırına gidiyoruz. 50 kadar tır ve Van’a gidecek 8 yolcu otobüsü var, hepsi sıraya dizilerek bekliyor. Askerler yanlarına yaklaştırmıyor, bilgi vermiyorlar. Uzaktan tüfeği doğrultup “geri gidin” diyorlar.

19:00 Otobüsteki yolcular ve şoförler Yüksekova’dan bilgi almaya çalışıyorlar. Olayların durulduğu söyleniyor ama yol hala kapalı. Yolun kenarındaki şantiyeye misafir olup çay içiyoruz.

21:00 – Hala haber yok. Şoför, iki yolcu ve ben 500 metre ilerideki kontrol noktasına gidiyoruz. Yolda mayınlar olduğu, yol kenarında PKK’nın konuşlandığı söyleniyor. Yol kapkaranlık ve sessiz, en ufak bir seste irkilerek ama bir cevap alma umuduyla askerlere yaklaşıyoruz. “Dur” emri geliyor. Biz duruyoruz, askerler feneri yüzümüze tutarak yaklaşıyorlar. 5 kişiler, yaşları 20-25 yaş arası, belki daha küçük. Panik halindeler, gerginler. “Yol kapalı, geçemezsiniz” diyorlar. İkinci bir emre kadar beklememiz söyleniyor. Otobüste 4 aylık bir bebek var, yemeğimiz yok, sabah uçağa yetişmemiz lazım desek de kar etmiyor. “Gece bu yol kapalı kalacak, sabah açılır mı belli değil, ne yapacağınız bizi ilgilendirmez” diyorlar. Çaresiz otobüse geri dönüyoruz. Sınır da kapalı, İran’a da giremiyoruz.

22:00 – Yolcular sakin ve sabırlı. Şoför 30 yıldır bu yolda gelip gittiğini daha önce hiç bu kadar uzun bir yol kapama görmediğini söylüyor. Sabah 10’dan beri bekliyorlarmış. Telefonla ulaştığımız kişiler haberlerde bu yolun kapalı olmasıyla ilgili bir şey olmadığını söylüyorlar. İstanbul’dan araba kundaklama haberleri, Doğubeyazıt, Van’dan eylem, yaralanma haberleri geliyor. Kafalar karışık.

23:00 – Hava iyice soğuyor. Otobüsün kaloriferleri çalışmıyor. Öndeki tırlardan birinden fena halde ayak kokan çuvaldan bozma battaniyeler geliyor. İki büklüm uyumaya çalışıyoruz. İçerisi havasız, bebek ara ara ağlıyor, horlayanlar çok, yarı uyur yarı uyanık sabahı ediyoruz.

06:00 – Hava aydınlanmış, hiç bitmeyecek gibi görünen gece sonunda bitmiş, sabah olmuş. Burnum donmuş, çok üşüyorum, karnım aç, yiyecek bir şey yok. Sabırlar tükeniyor, ne olacağını öğrenmek istiyor herkes. Otobüsler ve tırlar askerlerin yanına iyice yaklaşıyor.

07:00 – Atık yağlardan yapılma İran keklerinden yiyoruz. Asker karakoluna tuvalete gidiyorum. Duvarda makineli bir tüfek asılı. Asker sabahın köründe Yüksekova’da pembe ceketli Sydney haritalı çantalı bir hatun görünce şaşırıyor: “Türk müsün İranlı mı?” “Türk, ne zaman açılacak yol?” “Belli değil”. Askerlere malum ikinci emrin kimden geleceğini soruyorum, Yüksekova tugayından diyorlar. Ankara’nın 16 saattir bu yolun kapalı olduğundan ve yüzlerce insanın sefil vaziyette beklediğinden haberi var mı?

08:00 – Herkesin komutanım diye hitap ettiği uzman çavuş geliyor. Uçağa yetişmemiz gerektiğini söylüyorum ve ne zaman açılacağını soruyorum. “Yolda can güvenliği yok, biraz ileride tarayabilirler otobüsü, sizi koruyamayız” diyor. O zaman konvoya eskortluk edin önerimi duymazdan geliyor. Durum bu kadar ciddiyse neden sadece 6-7 asker var bu noktada? Soramıyorum. Uzman çavuş bir anda İstanbullu kızlara fors yapma gayretiyle burada vatanı nasıl koruduklarından, 23 yaşında olduğundan ve 3 yıldır terörle mücadele ettiğinden bahsetmeye başlıyor. Bu sırada kapatılan girişe bir ambulans yaklaşıyor. İçinde acil durumda bir hasta olduğu bilgisi geliyor. Bize kahramanlık gösterisi yapan asker “gebersin” diyor. Yanlış mı duydum acaba diye Esra’ya dönüyorum o da bana bakıyor boş boş. Yolcular “olur mu komutanım, insandır sonuçta geçsin” deyince “bizim askerlerimiz ölürken onlar yardım ediyor mu” deyiveriyor. Şaşkınlıktan dilim tutulmuş oturuyorum.

Uzman çavuş konuşmaya devam ediyor. Hakkari’nin iğrenç bir yer olduğunu, hepsinin soylarının kurutulması gerektiğini söylüyor. Bir yandan da PKK’dan “şu an yaptığımız her şeyi izliyorlar, sizi bırakırsak ileride kimlik kontrolü yapıp Türk olanları alırlar” diyor. Sadece 4 İranlı var, gerisi Türkiye vatandaşı ama benden başka kütüğü “batı”da olan yok.

O otobüsten inince yolcular dayanamayıp faşistliğine sövmeye başlıyorlar. O bu halktan nefret ederse, bu halk devleti nasıl sevsin diyorlar. Esendere, Hakkari/Van bölgesinin ticaret vasıtasıyla ekmek kapısı olduğundan, Yüksekovalılara gözdağı vermek için yolu kapattıklarını söylüyorlar.

09:00 – Uzman çavuş tekrar otobüse binip yanımıza geliyor. Sanki karar veren oymuş gibi bebek ve biz “bayan”ların hatırına geçişimize izin vereceğini söylüyor. Madem can güvenliği yok, şimdi nasıl bizi o yola gönderebiliyor? Akşam emir bekliyoruz derken yalan mı söylüyorlardı? Biz 18 saat, tam 18 saat neden bekledik, şimdi ne değişti?

09:15 – Sınıra benzeyen kontrol noktasından geçip sağa çekiyoruz. 18 saat boyunca bizi aramayan asker birden otobüsteki bütün eşyaları ve insanları boşaltıp aramaya başlıyor. Esra, ben ve bebeğin annesinden başka kadın yok. Kadınların üstü aranmıyor. Çantalarımıza bakılıyor. Askerlere bir koli kek veriliyor ve yola çıkılıyor.

10:00 – Yol boş, Yüksekova normal görünüyor, yoldan ilk geçen araç biziz. Sakin sakin giderken birden yanımda koridorda duran termos havaya zıplayıp patlıyor. Kurşun mu geldi diye bakıyoruz ama değil. Herşeye hazırız, çok yorgunuz, sadece Van’dan 13:40’da kalkacak olan uçağa yetişip eve gitmek istiyorum.

10:30 – Yeniköprü’de ikinci kontrol noktası tekrar kimlikler çıkıyor, yolcular iniyor, valizlere bakılıyor. Askerler hallerinden bezmiş görünüyorlar, kimliklere bakarken sohbet ediyoruz, gencecikler, İstanbul’u soruyorlar, üniversitelerimizi soruyorlar. Bu kadar stratejik noktalarda bu kadar tecrübesiz çocukların işi ne?

11:30 – Mola vermeden ilerliyoruz uçağa yetişmek için. Uyukladığım bir anda Esra uyandırıyor beni. Yolun kenarında kalaşnikoflarıyla gövde gösterisi yapan PKK’lı ya da sempatizanı birkaç kişi var. Şoför, otobüse bir şey yapmasınlar diye destek anlamında korna çalıyor. Hemen ilerideki kontrol noktasında da askerler durdurunca “komutanım nasılsınız” diye başlıyor söze. Sonra açıklıyor: “Burada yaşıyorsan iki tarafla da geçinmek zorundasın” orada yaşayanlar ve en basit haliyle hayatını devam ettirmeye çalışanlar, durumu kabullenmiş, PKK azıtmasın, devlet de halkı hor görmesin diyorlar. Kendilerini de bizden ayrı görmüyorlar. PKK otobüsü durdursa, seni alsa biz durur muyuz diyorlar, hem ne demek sen Türk’sün ben Kürt’üm, kardeşiz, ikimiz de bu vatanın evladıyız diyorlar. Bu laflar İstanbul’da klişe bir konferansta değil, Yüksekova’da, Başkale’de silahlar arasında bir yolculuğu beraber yaparken söyleniyor.

12:30 – İki ya da üç kontrol noktasından daha geçiyoruz. Otobüs durur durmaz kimliğimi çıkarmaya alışmışım artık, otomatik olarak çantamı açıyorum, bekliyorum. Sonuncuyu da geçince bir mola verelim diyorlar. Sadece yarım saat yolumuz kalmış ve uçağa ucu ucuna yetişebileceğim ama yapacak bir şey yok duruyoruz. O 15 dakikayı orada kaybederken artık sinirler boşalıyor ve ağlamaya başlıyorum. Bu uçağı kaçırmak istemiyorum. Bir gün daha burada kalmak, işime geç kalmak, 200 ytl uçak parası vermek, 30 saat içinde bir şeriat, bir laik devlet, bir TSK bir PKK arasında gidip gelmek istemiyorum. Uyumak istiyorum, eve gitmek istiyorum…

13:05 – Yolculardan ikisi onları bekleyen arabaya bindirip yetiştiriyorlar bizi havaalanına. Esra’nın uçağı 14:30’da, bekliyor. Ben aceleyle geçiyorum güvenlik kontrollerinden

14:00 – Uçak kalkıyor. Çok açım, molada da yemedim, param da yok, ikram da yok bu uçakta. Ankara’da duracak, tekrar kalkacak 5’te anca varır İstanbul’a, dayanabilir miyim o kadar? Çantalarımı indirip bozuk para aramaya başlıyorum. Fotoğraf makinemin çantasından bozukluk çıkıyor biraz. 6 ytl toparlayıp bir sandviç alıyorum. Günlerdir değiştiremediğim ve muhtemelen kokan kıyafetlerimle, takati kalmamış halde yiyorum sandviçi.

16:00 – Uçak Ankara’da durup yolcu alıyor, binenlerin yarısının üzerinde Fenerbahçe formaları var. Chelsea maçına gidiyorlarmış. Hey gidi dünya.

17:00 - Uçak Sabiha Gökçen havaalanına iniyor. Esra’nınki direk olduğu için benden önce gelmiş, otobüsle Kadıköy’e gidip yemek yiyoruz, şaşkınlık ve yorgunluğa sonunda İstanbul’a varmış olmanın sevinci ekleniyor.

20:30 Sonunda eve varıyorum. Tahran-İstanbul arası direk bilet alacak paramız olmadığından araba+uçak+araba+araba+otobüs+araba+uçak+otobüs+deniz otobüsü+araba denklemiyle tam 34 saat sürüyor. Biraz zahmetli de olsa “Hakkari gerisi yok gari”nin ne demek olduğunu bu 34 saatte öğreniyorum. Ve o uzman çavuşa katılmıyorum, bence buralar iğrenç değil. 18 saat bizi aç susuz gerekçesiz bekleten askerin sözlerine değil, bana tadı kötü de olsa bir kek veren, ayak da koksa bir battaniye getiren, o yolda, o otobüste kendimi güvende hissettiren insanların (ve evet onlar Kürt) insanlığına inanıyorum… İsimleri kısaltmalardan oluşan resmi gayrı resmi örgütlerin asla barış getiremeyeceğini görmemiz için, o kaderine terk edilmiş 18lik askerlerden kaçının daha ölmesi, o halka daha ne kadar insan değilmiş gibi davranılması gerekiyor, bilmiyorum...

8 comments:

Nida'nın Mutfağı said...

Ne güzel yazmışsınız, ne güzel özetlemişsiniz o topraklardaki manzarayı. keşke herkes sizin gibi düşünse. hani hep söz edilen meşhur bir düğme vardır ya, o düğmeleri biz gerçek insanlar elimize almalıyız artık, bir daha basamamalı düğmeye karanlık eller.

iran'da gördüklerinizi okumayı da merakla bekliyoruz.

Anonymous said...

selma sevkli bir gazeteci olarak gerçekçi olmanız gerekmiyorm o gün bende ordaydım 5 tane vana gidecek otübüs vardı yaklaşık 30 tanede tır vardı saat 18.00 sıralarında iranda n çıkış yaptık ve siizin bulunduğunuz otübüsteydim esendere sınır kappısına geldiğimizde saat 19.30 olmuştu esendere gümrüğünde kontrol bittikten sonra yüksek ovaya doru gittik yaklaşık 40 dk ka sürdü esendere sınır kapısında n yüksekovaya gitmemiz yüksek ova yol kantrol noktasına geldiğimizde orda bulunan yetkili uzman çavuş y.ova da olayların olduğunu söyledi olaylar biter bitmez geçebileceğimizi tekrarladı durdu ve bizden rica edip beklememizi sıbırlı olmamızı istedi beklememiz tamamen can güvenliğimiz içindi bir süre bekledikten sonra şöför orda bulunan şantiyeye gitti bir süre sonra geldi ve şantiyeye gidebileceğimizi söyledi şantiye ye gittik saolsunlar çay ikram ettiler bir süre oturduktan sonra uyuyacaklarını söylediler bizde rica ettik biraz daha kalalım diye daha sonra şantiyenin müdürü yaklaşık 15 tane battaniye getirdi saolsun battanyeleri alıp otübüse geçtik otübüsün kaliferleride çalışıyodu sıcaktı kısaca ötübüs ve otübüsün şöförü bize kek ikram etti keklerde çok güzelldi biraz sohpet ettikten sonra uyuduk inanki evimdede o kadar rahat değildim neyse sabah oldu yetkili uzman çavuş geldi sizi beklettiğimiz için özür dileriz dedi ve olayların bittiğini geçe bileceğimiiiz söyledi ve ayrıldık allah razı olsun ordaki uzman çavuştan şantiye müdüründe ve otübüs şöföründen hepsi cana yakın iyi kalpli insanlardı

selma şevkli said...

Yunus Bey,

Tam olarak neye kızdığınızı ya da beni neyle itham ettiğinizi anlayamadım.

Biz Urmiye-Van otobüsüne sınırı geçtikten sonra saat 15:00'te bindik ve saat 18:00 e kadar sınırın Türkiye tarafında bekledik. Siz 18:00'de İran'dan çıkıp 19:30'da Esendere'ye gittiğinizi söylüyorsunuz, bu durumda nasıl aynı otobüste olabiliriz, çözemedim.

Otobüs- tır sayısı hakkında 8 yolcu otobüsü konusunda eminim tır sayısı 50'den daha az olabilir, ama bu konuda kötü niyetli bir yalan söylemem bana birşey kazandırmaz.

Askerler kontrol noktasında olayla biter bitmez geçebileceğimizi söylemediği gibi böyle empatik bir tavır da göstermedi. Sabaha kadar kesin geçemezsiniz, başınızın çaresine bakın dediler. Askerlerin yanına benimle gelen 2 kişiden biriyseniz bunu görmüş olmanız lazım, değilseniz size başka bize başka davranmış olabilirler.

Şoförü, yolcuları, şantiyedekileri zaten eleştirmedim, onlar sayesinde o geceyi güven içinde geçirdiğimizi söyledim.

Siz şantiyeye gittiniz, bir odada eğlenip türküler söyleyen yolcular gördüm orada, çok özendim ama erkek olmadığım için giremedim oraya. Hatta onun yan odasında 15 dakika oturup çay içeyim dedim, yardımcı şoför Bahtiyar Abi gelip beni aldı, otobüse götürdü, ses etmedim.

Bahtiyar Abi, battaniyeleri tır şoförlerinin verdiğini söylemişti.

Aynı otobüste olmadığımıza dair bir işaret daha, bizim otobüste kaloriferler kesinlikle çalışmıyordu. Otobüs şoförünüzün adını yazar mısınız?

Keklerin tadı çok kötüydü, şoför kendisi bunların atık yağlardan yapıldığını söyledi. Ama ben de rahat olmasam da güvende hissettim kendimi o insanların arasında.

Uzman çavuş beklettiği için özür diledi mi diyorsunuz? Bu söylediğinize gerçekten inanıyor musunuz? İçinde hasta olan sağlık aracını geçirmeyip, "beklesin, gebersin" dediğinde de otobüste miydiniz?

Lütfen neyi eleştirdiğinizi tekrar düşünün...

Anonymous said...

ben bir çok hudutu gördüm. ama esendere yi görmemiştim sayenizde görmüş kadar oldum teşekkür ederim.

Eleştirel Günlük said...

Lady Lazarus'a katiliyorum. Guzel bir yazi olmus. Duyarliliginiz da deneyimlerinizden cikarsamalariniz da cok insanca.

Anonymous said...

Söylenen şeyler çok çakışıyor kime hak vericeğimi bilemedim..Uzman çavuşunda sağlık aracındakilere yardımcı olmasını beklerdim..Sanırım selma şevkli o anki sinir bozucu durumda yanlış duydu veya duymak istediğini anladı..bilemiyorum abartısız bir yorum beklerdim..Tabi selma hanım dönünce olaylı bir yazı hazırlamak istediyse,yunus beye hak veriyorum..(Zaten o gece kötü geçseydi,bunu Yunus beyde belirtirdi)İyi Günler..

Anonymous said...

Teşekkürler Selma Hanım... Orada yaşananları en samimi bir şekilde anlattıgınızdan eminim.

Unknown said...

2 kuşak İstanbul'lu aslen Rize'li
tipleme
biriyim. Bingöl Muş Van Şanlı Urfa Adıyaman Malatya Elazığ (öğrencilik) gibi illerimizde uzunca zaman geçirdim. İnsanının samimiyeti adamın yüzüne vurur. Kendi tiplemenizle varolamazsınız. Verdiğiniz saygının karşılığında aldığınız saygı ezer insanı.
...
Askerliği ve Askeri zordur..
Yaşamak orada zordur. Kıyafetin rengini kabul etmez insanı. Zorlaştıkça zorlaşsada herşey.
Yollar kapanır tüm yaşamın OHAL olur.
Sonrada canı acıdığında KONUŞUR ANCAK YURDUM İNSANI..