Tuesday, July 29, 2008

Vicdanını Kaybetmiş Bir Cennet: Kelebekler Vadisi

Üniversite üçüncü sınıfta, ilk kez arkadaşlarımla ebeveynsiz tatile çıkmıştık. Düzenden, kurallardan uzak yerler arıyorduk kalabalık plajların, gereksiz açık büfelerin olmadığı. Sağdan soldan edindiğimiz bilgilerle kendimize iki hedef belirledik: Olimpos ve Kelebekler Vadisi. Aslında birçok yönüyle birbirinden farklı olan bu iki mekanın ortak özellikleri sit alanları olmaları ve sadece belli bir genç kitle tarafından tercih edilmeleriydi. O zamanlar güzel zamanlardı, az ticaret bol muhabbetle çok güzel günler geçirdik ikisinde de…

Kelebekler Vadisi’nin özelliği, günde sadece 3 kez gelen tekneyle ya da vadinin en üstünde yer alan Faralya köyünden zorlu bir inişle gidilebilmesiydi. Bu izolasyon durumu gelecek olan kitleyi sınırlı tutuyordu. Tek bir işletme vardı ve fiyatlar gerçekten çok ucuzdu.

6 yıl sonra ilk kez geçen hafta tekrar vadiye gittim. O bakir halinden çok şey kaybetmişti. Kalabalıktı, gürültülüydü, pahalıydı, her gün üç kez gelen gezi tekneleri hem denizi hem karayı inanılmaz kirletiyorlardı. Bu yüzden bu saatlerde plajdan uzaklaşarak şelale tarafına gitmeye karar verdik. Saat 18.15 sularında Taş Ev’in yanından geçerken uzaklardan yankılanan bir ses duyduk. Ne dediğini anlayamadık, “Murat” diyormuş gibi geldi. Birilerinin şelale yolunda birbirlerine seslendiğini zannettik. Durduk, biraz dinledik, ses “İmdat” diyordu. Bir anda hepimiz ayrı taraflara dağılarak sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştık. Vadinin iki yanında yükselen tepeler yüzünden ses çok yankılanıyordu, nereden geldiğini anlayamıyorduk. Deniz tarafındaki tepeye doğru yaklaştıkça sesin oradan geldiğine emin olduk. Bu arada içimizden iki kişi Vadi Yönetimi’ne haber vermeye gitti. Biz de ona seslendik, bizi duydu ama verdiği cevabı anlayamadık, ses çok uzaktan geliyordu.

Sese yaklaşmamıza rağmen kendisini bulamıyorduk, muhtemelen çok yukarıdaydı. Ses bazen kesiliyor bazen acı çığlıklarla devam ediyordu. Saat 19:00’a doğru vadi işletmesinden insanlar geldiler. Bizim o ana kadar zaten sesin geldiği yeri bulmuş olmamızı kaale almadan en baştan “Nerdesin” diye bağırmaya başladılar. Cevap “imdat”tı. Yanlış yerlere bakarak vakit kaybettiler ve bize sessiz olmamızı söylediler. Elimiz kolumuz bağlı, daha önceden deneyimli olduklarına inandığımız bu kişilerin arama çalışmasını izledik. İçlerinden iki kişi sese doğru tırmandı, yarım saat kadar sonra uzaktan düşen kişiyi gördüler fakat yanına kadar gidemediler, çok dikti. Düşen kişinin adı Orhan Evren Cihan’dı, 28 yaşındaydı. İsmi belli olunca Vadi ahalisi birbirlerine tanıyıp tanımadıklarını sordular, bir tanesi birkaç kere muhabbet ettiğini söyledi. Sonra dedikodular başladı, vadide kaçak kaldığına dair. Ne fark eder sanki deyip geçtim o an, anlamadım.

Saat 20:00’e yaklaşırken hala elde bir sonuç yoktu. Vadililer işi kendilerinin halledemeyeceğine karar verince sonunda Jandarma’yı aradılar. O sırada bize de sahile dönmemizi söylediler. Dönüşte yukarı çıkanlardan biriyle konuştuk. Evren, 25-30 metre düşmüştü en tepedeki yoldan. Muhtemelen tekneyi kaçırdığı için köyden inmeye çalışmıştı vadiye. Fakat düştüğü yer köy yolu değildi, bir yerde hata yapıp yolunu kaybetti ve sonra da bir şekilde düştü. Çocuk şoktaydı, uzaktan bileklerinin kırıldığını gördüğünü ve kanamasının fazla olduğunu söyledi. Birilerine ihmalkar davrandıkları için kızıyordu. Sonra geri döndü, tekrar tırmanmaya karar verdi. Gerekli ekipman olmadan bir şey yapamayacağını bilse de orada bulunmak istedi. Bizse sorumluluğu yetkililere devretmiş olmanın sahte rahatlığıyla oturuyorduk. 21:00’a doğru jandarmanın geldiğini öğrendik. Jandarma da çocuğa ulaşmayı başaramadı. Bu kez, en sonunda, AKUT’u aramaya karar verdiler. AKUT’un Marmaris’ten gelişi neredeyse geceyarısını buldu ve Evren’in yanına gittiklerinde artık çok geçti. Cansız bedenini çıkardıklarında saat sabah 05:00’ti.

Bir şekilde kurtulacağına inandığım için sabah haberi alınca şok oldum. Biz sesini ilk duyduğumuzda 18:15’ti, AKUT yanına ulaştığında aradan 5 saatten fazla vakit geçmişti. Bu kadar uzun sürmesi normal miydi? Herkes üzerine düşeni yaptı mı? Yeterince hızlı hareket ettiler mi? AKUT ilk başta mı aranmalıydı? Biz ne yapmalıydık? Bunları düşünürken akşam bize Evren’in durumunu anlatan Kamil geldi, yönetim ofisine girerek hepsine bağırıp çağırmaya başladı, ihmalkarlıkla suçluyordu. Zor sakinleştirdiler, Ölüdeniz’e ihmal konusunda şikayet dilekçesi vermeye gitti. Sonra da bir daha görmedik.

Acaba Evren’in herhangi bir arkadaşı aşağıda olsa, ortalığı ayağa kaldırsa, ailesini arasa ya da “bir yerlere” telefon etse, işe yarar mıydı?

Vadide kaçak kalanlarla ilgili bir dedikodu geldi kulağımıza, yönetimin 250 YTL ceza yemekten kaçtığı için çocuğu kurtarmak için yeterince çaba sarf etmediğine dair. Ve bir tanesinin kendi ağzından şu cümleyi duydum: “Bazen sırf oyun olsun diye yapıyor gençler, imdat diye bağırıyorlar, boşuna uğraştırıyorlar” Yani “her gidene baksak, ohooo” diyordu açıkça. Çocuk zaten kaçakmış, zaten arayanı soranı yok, şimdi kendimiz kurtarabileceksek jandarmayı aramaya ne gerek var, jandarmaya söylemeden AKUT aranmaz gibi aptalca hiyerarşik bürokratik işlerle kanamalı durumda olduğu bilinen bir yaralıya ulaşmak 6 saat sürdü. Onlar benzer durumlarla defalarca karşılaştığı için ne yapmaları gerektiğini iyi bilirler zannettik ama kendi çıkarlarını öne koyabilme ihtimallerini düşünemedik, ve 28 yaşında bir çocuk bir anlık dikkatsizliği sonucu, her an kurtulacağına inanarak, göz göre göre öldü gitti.

Olaydan sonra çok düşündüm, vadide olan diğer kazalarla ilgili de hiçbir önlem alınmadığını, gerekli teknik ekipmanın da elemanın da eğitimin de bulunmadığını gördüm.

Değil miydi ki Kelebekler Vadisi kendi düzeninde yaşıyordu, otoritesiz, yardımlaşarak, özgürce? Bir ölüm kalım meselesinde kimin ne kadar hoşlanmadığı düzenin bir parçası olmaya devam ettiği ve üretmeye çalıştığı tüm değerlerin fos olduğu çıktı ortaya.

Tesadüfen şahit olduğum personelin kendi içindeki soğuk, duyarsız tavırları çok inciticiydi, güven kırıcıydı…

Giderken tatili uzatarak birkaç gün daha kalmak istediğim vadiden bir gece daha kalıp ayrıldım. Ve şimdi düşünüyorum, bir daha gitmemek çözüm mü yoksa bir şey mi yapmalı?

Şayet okuyorlarsa Evren Cihan’ın ailesi ve arkadaşlarına sabır diliyorum. Bunları konuşmak artık Evren için hiçbir işe yaramayacak olsa da belki biz geride kalanların aklını başına toplamalarına yardım eder…


ÖNEMLİ NOT: AKUT'a erken müdahalenin bu olaydaki önemini sorduk ve erken de gidilse yapılacak birşey olmadığı yanıtını aldık. Yani ilk AKUT aranmış olsaydı da malesef sonuç değişmeyecekti gibi.

Yine de bugün gördüğüm vadi taziye yazısı oradakilerin empati ve sorumluluk duygularının gelişmediğinin bir kanıtı. Hala Evren'in kaçak kalıyor olmasından bahsediyorlar. http://kelebekvadisi.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000008547979

3 comments:

Faruk Ahmet said...

Çok fena. Galiba burada vadi köylülerinin zihnine hakim olan şey, bu insanın orada kaçak kalmasının ve yürümek için yanlış bir yolu, aşağı tırmanmak için hatalı bir yöntemi seçmesinin -sanki önemliymiş gibi- ikide bir vurgulanmasından hissedilebilen bir "yaban" fikri. Başka ülkeleri coğrafyaları bilemem ama bizim kırsalımızda, içimizden olmayanların, "dışarlıklı"ların başlarından geçenler, ne kadar yakınımızda cereyan ederse etsin yalnızca birilerinden dinlenen, bir yerlerde okunan bir hikaye etkisi yaratabiliyor en fazla. Hemen "ama o da şunu şöyle yapmış" gibilerinden cümleler kuruyor ve bir garip nesnel soğukluğa bürünüyoruz --bu tespitlerde haklı bir sürü yan da olabilir elbette, belki bu çocuğu kurtarmak gerçekten mümkün değildi, ama Lovecraft'ın dediği gibi "ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?". Bu bahsettiğim fikri ta içimde hissediyorum; bu kadar tanıdık olması çok ürpertici geliyor bana, ama zaten kötücüllük bu denli içimizde yer etmiş, dışarı çıkmaya fırsat kollayan bir şey olduğu için bu kadar korkutucu. Pippa Bacca olayındakine benzer hislere kapıldım yazıyı okuyunca. Fazla denecek bir şey de yok sanırım. Allah rahmet eylesin.

Moleschino'dan neden kalktı yazı?

selma şevkli said...

Önemli bir ayrım: Vadi Köylüleri ve Vadi ahalisi.

Aslında vadi köylüleri yok, Faralya köylüleri var, yani üst taraf.

Benim bahsettiğim kişiler, sonradan Kelebekler Vadisi'ne yerleşmiş ya da işletmesini yapan kişiler. Sanırım onlara daha az tolerans gösteriyorum..

Moleschino'dan kaldırdım çünkü aslen sevdiğim bir yerin sevmediğim
bir yere dönüşümünü anlatırken bahsi geçen kaza olayı, AKUT ve aileyle irtibata geçmemizle daha ön
plana çıktı, aile dava açmayı düşünüyor, moleschino yu meşgul etmek istemedim.

ssbb said...
This comment has been removed by a blog administrator.