Batı Şeria’da sıradan bir gün. Dört Filistinli ve üç yabancı bir minibüse doluşmuş, kontrol noktalarıyla dolu yolda Cenin’den Ramallah’a gitmeye çalışıyorlar. Şoförün telefonu çalıyor, heyecanla birşeyler konuşuyor ve minibüsü sağa çekip, Filistinli üç erkeği indiriyor. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok! Acaba teröristler mi? Yoksa kaçaklar mı? Şoför bir de bize dönüp “Sakın Cenin’den geldiğinizi söylemeyin, Hayfa deyin” diye komut verince bizi basıyor bir telaş. Ne yapacağımıza karar veremeden kontrol noktasına geliyoruz ve askerler aracı durduruyor. Sadece askerin bize nereden geldiğimizi sormamasını diliyorum o an, şoförün bir bildiği vardır herhalde diye içimden geçirmeyi ihmal etmeden. Asker sadece pasaportlarımızı kontrol ediyor ve Türkiye’ye dönüş biletlerimizi görmek istiyor, ben de yalan söylemekten ya da doğruyu söyleyip başka bir belaya bulaşmaktan kurtuluyorum. Kontrol noktasını geçtikten biraz sonra, inip koşarak uzaklaşan üç kişi, kestirmelerden yine koşarak geldikleri yolda beliriyorlar. Minibüse bindiklerinde hepsi gülüyor, ortam gayet neşeli. Aynı senaryo ikinci kez tekrarlandığında sebebi belirsiz bir soğukkanlılıkla karşılıyoruz durumu. Kontrol noktalarına yakalanmamak için dağ taş bayır tarla demeden yeni yollar açan şoför, 4 saat sonunda 70 kilometrelik yolu tamamlıyor.
Sınırların ülkeden ülkeye, kişiden kişiye ve artık günden güne değiştiği, yolların kapatıldığı bu topraklarda seyahat etmek gerçekten zor. Sadece Gazze’deki sıcak çatışmada değil, ülkenin her yerinde ve hayatın her alanında yıldırma politikası devam ediyor. Ve Filistinliler sabırla hayatlarını devam ettirmek için taktikler üretmeyi sürdürüyorlar.
Yıldırma stratejisinin kilit noktalarından biri yolların kapatılması. Bir Zeit ve An Najah Üniversiteleri’nde okuyan birçok öğrenci ve öğretim üyesi, trafikten değil yolların trafiğe tamamen kapatılmasından şikayetçiler. Bazı seneler 6 aya varan yol kapatma uygulamaları sırasında, hepsi dağlardan tepelerden yeni patikalar açarak, okullarına ulaşmaya çalışıyorlar. Konuştuğum öğrencilerin çoğu uzun süre 8 km lik yolu sabah akşam yürüdüklerini söylüyorlar.
Şehirler arası seyahatte yollar açık olsa da birçok kısıtlama var. Güvenlik alarmının üst seviyede olduğu zamanlarda 16-45 yaş arası erkeklerin seyahat etmesi yasak. Bu durumda eğitimleri, meslekleri ya da herhangi diğer sosyal özelliklerine bakılmaksızın potansiyel terörist muamelesi görüyorlar. Cuma günleri 16-45 yaş arası erkeklerin girişi yasaklanan Mescid-i Aksa’nın yanı sıra, Kudüs eski şehre girmelerinin dahi yasaklanması özellikle son günlerde sıkça karşılaşılan bir durum. Öyle ki birçok dükkan sahibi, bu kural yüzünden işyerlerine gidemiyor. Sürekli kimlikler kontrol ediliyor. Batı Şerialılar’ın ise Kudüs’e girişleri zaten yasak. Kontrol noktalarında denetim arttırılıyor ve acil sağlık durumlarında hastaneye gitme izni olan Filistinliler’in bile Kudüs’e girişine izin verilmiyor. Kudüs duvarında doğum yapan kadınlar, ölü doğan bebekler dahi bu katı kuralların insanileşmesi için yeterli olmamış.
İsrail, mülteci kamplarını basmaya, yolları kapamaya, yargısız infaz yapmaya devam ederken, Filistinliler sadece onlara ait olan topraklardan gitmeyerek, yaşam mücadelesini bırakmayarak direnişlerini sürdürüyorlar. Sadece bazıları, işgale, yakınlarının haksız yere hapse girmesine, öldürülmesine ve işsizliğe dayanamayıp, sabırdan vazgeçip kolay yolu seçiyor: Kendini ve diğerlerini öldürüyor. Milyonlarca insanın bu koşullarda nasıl yaşamaya devam ettiğini anlatmayan medya ve göremeyen dünya ise birkaç intihar bombacısına odaklanıyor. Ve bu görüntüleri tun ülkeye kolayca genelliyor. Aklımıza okula giden, işe giden insanların değil de yüzleri kamufle edilmiş, eli taşlı sopalı gençlerin ya da kafasına silah doğrultulmuş çocukların, aç ve mağdur insanların görüntüleri kazınıyor sadece. Böylece Filistin’i intihar bombacıları ve mazlumlardan ibaret bir yer olarak görmeye başlıyoruz.
Tanıştığım Filistinli erkeklerin neredeyse tamamı siyasi görüşlerinden bağımsız olarak intifada sırasında hapse girmiş. Davaları bile açılmadan hapiste geçirdikleri yıllar onlara, bu işin silahla kazanılamayacağını öğretmiş. Kültürlerini korumayı ve eğitime önem vermeyi seçmişler. Batı Şeria’da 8 şehir gezdikten sonra bu amaçlarında başarılı olduklarını söylemek yanlış olmaz. Savaş hakkında yaptıkları sağduyulu yorumlar, konukseverlikleri, samimiyetleri ve milliyetçilik anlayışları, ülkelerine bağlılıklarını ve direnişlerini ozletliyor.
Sanılanın aksine, Filistinliler genel kültür seviyesi yüksek, dünyadan haberdar, çoğu İngilizce bilen eğitimli insanlar. Yahudilik ve Siyonizm arasındaki farkı çok iyi biliyorlar. İsrail, tüm Filistinlileri potansiyel terörist olarak etiketlerken, Filistinliler mülteci kamplarında gönüllü çalışan Yahudilere karşı son derece samimi davranıyorlar. Askerle halkı, dinle ideolojiyi ayırmış durumdalar.
Öyle görünüyor ki, barış yakın zamanda gelmeyecek. Gerçekçi beklentilere sahip olmak için, belki de Filistin’in sosyal yapısını biraz daha dikkatli incelemek gerekiyor. Tüm bu imkansızlıklar içinde “Neden birleşip bağımsızlıklarını kazanamıyorlar ki” diyerek kestirip atmak yerine, tüm bu koşullara rağmen, topraklardan gitmeleri durumunda kendilerine vaat edilenleri reddederek, bu kadar uzun süre bu kadar zor koşullarda nasıl direndiklerini araştırmak Filistin’i anlamanın ilk adımı olabilir. Belki böylece biz de onlar gibi eğitimin önemini anlamaya başlar, ekmek ve silahın ötesinde kitap göndermeyi düşünebiliriz…
No comments:
Post a Comment